HAFTANIN SOHBETİ
TARİH : 10.01.2014 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI
Bismillahirrahmanirrahim
GÖNÜL PENCEREMDEN
Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine riayet edersek, Allah da bize karşı kıyamet gününde şefkatli merhametli lütuf sahibi olacaktır, İnşallah. Allah azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor:
“İnsanlardan bazıları nefsini sırf Allah’ın rızasına karşılık olarak Allah’a satmıştır. Allah şüphesiz kullarına çok rauftur (merhametlidir.)” (Bakara, 107)
Şimdi bizim sadece “Ben nefsimi Allah’a sattım,” dememizle bu sözümüzde doğru olduğumuz ortaya çıkmış olmaz. Bu sözün doğruluğu, ancak, Allah’ın emir ve nehiylerinden herhangi biri önümüze geldiği zaman, “Ben hür değilim, Allah’ın yasakladığı günahları yapmak ve emrettiği ibadetleri yapmamak benim için mümkün değildir, ben onun kuluyum, o ne emrederse onu yaparım” dememizle, bu düşünce içinde olmamızla anlaşılır.
Öyleyse dünyada önümüze ne gelirse gelsin, düşüneceğiz, “Bunu yaparsam Allah benden razı mıdır değil midir? Eğer razı ise yaparım değilse yapmam.” İşte böyle düşünmeden önümüze ne gelirse yaparsak yanlış yapmış oluruz.
Ebu Bekir sıdık radıyallahu anhu diyor ki:
“Kim kendi nefsine Allah rızası için hakaret ederse onu hesaba çekerse, Allah-u Zülcelâl de onu kıyamet gününde kendi gazabından emin kılacak.”
Yani Allah-u Zülcelâl bizi daima nefsimizle hesaplaşıyor, Allah rızası için nefsimize kızıyor gördüğü zaman daima bize rahmetiyle bakacaktır. Bizi bu şekilde görürse, bizi kıyamet gününde cehennem azabından ve kendi gazabından emin kılacak, muhafaza edecektir inşaallah.
Fakat biz daima ters davranıyoruz, o bizi mahvediyor. Nefsimiz ne derse biz “Baş üstüne” diyoruz. Nefis düşmandır, düşman ne derse yapmak çok yanlıştır.
Bayezid –i Bistamî hazretleri demiştir ki:
“Yeryüzünde adam odur ki, daima kendi kusurlarını, ayıplarını göz önünde bulundurmak ve onları ıslah etmekle meşgul olur. Başkalarının kusurlarıyla, ayıplarıyla meşgul olan adam değildir.”
Sen kendi kusurunu düzeltirsen, o da kendini düzeltir, öbürü de kendini düzeltirse, işte yeryüzü böyle ıslah olur. Ama o onun ayıplarıyla o öbürünün ayıplarıyla uğraşırsa kimse düzelmez ki…
Yani kim kendi nefsini Allah rızası için muhasebeye çekerse o nefsini temizlemiş oluyor. Ayet-i kerime de Allah azze ve celle buyuruyor:
“Muhakkak ki kim nefsini temizlerse felâha ermiştir. Ve muhakkak ki, kim nefsinin kabahatlerini örterse de hüsrana uğramıştır.” (Şems, 9-10)
Yani kim nefsini günahlardan, kötülüklerden temizlerse, hayır işlerse o kurtulmuş, felaha ermiştir. Kim de nefsinin dediklerini yaparsa o pişman olacaktır.
Ben duyuyorum, bazı tevbe almış kişiler, bırakıyorlar. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi, mahzun da olmuyorlar. Demek ki o kişinin kalbi Allah’a karşı ölmüştür. Eğer bir insan günah işlediğinde mahzun olmuyorsa demek ki onun kalbi ölmüştür, Neuzubillah.
Nasıl ki bir evde kimse olmadığı zaman o ev bozuluyor ise işte bunun gibi, insanın kalbinde bir hüzün, bir dert, bir pişmanlık olmadığı zaman, o kalp bozuluyor.
Onun için annemiz Aişe radıyallahu anha, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın şöyle dua ettiğini rivayet ediyor:
“Ya Rabbi! Beni sevab işleyince ferahlayan, günah işleyince istiğfar eden kişilerden eyle!”
Demek ki, salih bir amel işlediğimiz zaman sevineceğiz, ferahlayacağız, Allah bunu bize nasip etti diye, günah işlediğimiz zaman da hemen tevbe edeceğiz.
Allah Kalbimizde Bir Sevda Görsün
Şah-ı Nakşibend demiştir ki:
“Mümin olarak, husûsen Nakşibendî yolunda olan bir kimse, hiç değilse, üç saat geçti mi kendini hesaba çekecek, ‘Ben bu üç saatte ne yaptım?’ diye.
Eğer hayır, taat, zikir, İslam hizmetinde bir şey yapmış isek, ‘Elhamdülillah Ya Rabbi, sen bunu bana nasip ettin. Daha fazlasını yapmam için bana kuvvet ver, Ya Rabbi!’ diye, ferahlanarak Allah’a hamd, şükür ve senâ edeceğiz.
Eğer, neuzubillah, o üç saat içinde, günah, gaflet hata yapmış isek, Allah-u Zülcelâl’den özür dileyeceğiz. ‘Ya Rabbi pişmanım, keşke yapmasaydım, inşaallah bir daha yapmayacağım, bana kuvvet ver Ya Rabbi!’ diye, bir daha yapmamak için, Allah’a böyle yalvaracağız.”
Allah insanlara benzemiyor, meleklere benzemiyor, Peygamberlere benzemiyor. O tektir tek! O her şeyden yücedir!
O kalbimize baktığı zaman bizi böyle kendimizi hesaba çekerken görürse, böyle biraz fedakârlık yapıyor görürse neler verecek… Yeter ki bizi böyle kendisine karşı samimi, dürüst, onun rızasını kazanmak için bir sevda içinde olarak görsün, inşaallah.
Bütün sıkıntılı zamanlarımızda bize Allah azze ve celle yardımcı olacak. Kabirde, kıyamet gününde, mizanın başında, bu yaramaz nefs, bize hep kaybettiren bu nefs o zaman titreyecek, hiçbir şey de fayda vermeyecek. Ama salih amellerini sadece Allah için yaparsan, o sırat köprüsünde, haşir meydanında, mizanda her yerde sana yardımcı olacak Allah azze ve celle.
Yani insan cesed olarak dünyada olması ama kalbi hep ahirete bakması lazımdır. O ahiretteki manzarayı gözümüzün önüne getirmesi, ona göre amel yapması lazımdır. Eğer yapmıyorsa hasret içinde yanması, mahzun olması, pişmanlık, nedamet çekmesi lazımdır. Allah-u Zülcelâl o pişmanlık sayesinde o mahzunluk sayesinde bize inşaallah nasip edecek ve kuvvet verecektir inşaallah.
Bir kişi çarşıya girmiş, dilenciler gibi:
“Bana merhamet edin! Ben sermayemi kaybettim bana merhamet edin!” diyor. Ona soruyorlar:
“Senin sermayen neydi? Ne kaybettin?”
“Benim bir kalbim vardı onu kaybettim!”
Bir sofi ilk önce vecd sahibidir, vird sahibidir, hizmet sahibidir, sonra o hizmetten düşüyor, kaybediyor, demek ki o kalbini kaybetmiştir. Allah’ın önce gördüğü o hali kaybetmiştir.
İşte o adam “Bana merhamet edin!” derken yani “Bana dua edin, bana kalbimi, yani eski halimi, önceki hizmet sahibi olduğum, Allaha âşık olduğum halimi bana versin,” demek istiyor.
Ne mutlu ona!
Böyle yaptığı için Allah verecek ona!
Öyleyse bizde böyle yapalım, arkadaşlarımızdan dua isteyelim, yalvara yakara Allah’ın rahmetini isteyelim.
Gafil Olmasak Allah’a Âşık Olurduk
Allah her an bizimle beraberdir, ondan hayâ etmemiz lazım. Biz ondan gafil kalıyoruz o bizden gafil kalmıyor. Bunu düşünelim, ona göre davranalım.
Bak, bizden üstün bir kişinin karşısında nasıl oluyorsun? Bir emriyle seni yok edebilecek bir hükümdar, sana bir emir verse, ne yaparsın? O emri güzelce yerine getirmek için daima titiz davranırsın, bir zerre kadar onun emrini eksik bırakmamaya gayret edersin.
Allah hiçbir şeye benzemiyor, her şeyden yücedir ama hiç değilse bu kadar hürmet edelim. Eğer böyle düşünürsek, Allah’ın huzurunda günah işlemeye cüret edemeyiz. O kadar kudret ve azamet sahibidir Allah-u Zülcelâl.
İnsan Allah’ın büyüklüğünü düşünse aklını kaybeder. Allah göklerde yerde ne kadar mahluk varsa ondan haberdardır. Karanlık gecede bir pirenin açlığını, acılarını bilir. Biz onun büyüklüğünden gafiliz, ondan O’na aşık olamıyoruz. Halbuki Allah bizi ona aşık olalım diye yaratmıştır.
“Ben, cinleri ve insanları sadece ve sadece bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 56)
Bu ayetin tefsirinde İbn-i Abbas radıyallahu anhuma “yani, beni tanımaları için,” manasını vermiştir.
Öyleyse biz elimizden geldiği kadar Allah-u zülcelali tanıyalım, kendi nefsimizin de ne kadar zayıf olduğumuzu tanıyalım, ona göre, o hale göre ona ibadet edelim, inşaallah.
İnsanların durumu kıyamet gününde ayeti kerimelerde peygamberler vasıtasıyla kullarına bildiriyor:
“Ve o gün cehennem getirilmiştir. İnsan o anda tezekkür eder, düşünür, hatırlar ama bu hatırlamanın ona ne faydası var? Der ki “Keşke ben hayatım için (yaşarken güzel ameller işleyip) önceden göndermiş olsaydım.” der.” (Fecr, 23-24)
O gün cehennem meydana getiriliyor ve ondan bir ses gelir, kızgınlığından patlayacak duruma gelmiş, kafirlere, münafıklara, günahkarlara karşı öyle gazablanmış, öyle korkunç bir ses geliyor ondan…
O zaman insan düşünüp hatırlıyor, dünyada yaptıkları şeyleri, ve “Yaptığım o şeyler başıma ne getirecek?” diye pişman oluyor. Ama o hatırlama, o pişmanlık ne fayda verir? Fayda şimdi pişman olmaktadır.
Eğer biz o andaki pişmanlık gibi şimdi pişman olsak melekler gibi uçarız, ama Allah bizi böyle yaratmış, oraya varıncaya kadar, hiçbir zaman tam o andaki gibi, hakiki manada pişman olamıyoruz.
İnsan o hali görünce diyecek ki; “Keşke bu hayatım için bir şeyler hazırlasaydım, takdim etseydim.” O zaman temenninin bir faydası yok.
Allah bize akıl vermiş, bizden evvel ölenleri görüyoruz, ama nefs, şeytan ve dünya hayatı bırakmıyor, tam hakiki pişman olamıyoruz.
Ebu Musa radıyallahu anhu diyor ki;
“ Mahşer gününü dehşeti karşısında insanlar öyle ağlayacaklar ki, gözyaşları deniz gibi olacak, hatta üzerinden gemi yüzecek kadar büyük bir deniz olacak.”
İnsanların ağlamaktan gözlerinden kan gelecek. İşte ahiretin manzarası böyle dehşetlidir. Öyleyse Allah’ın bize verdiği iman nimetinin kıymetini bilelim.
O gün herkes cehenneme girecek. İman ehli de girecek ama ateş göremeyecek. Çünkü cehennem ona diyor ki,
“Ey mümin çabuk geç, senin imanın benim hararetimi söndürüyor.” (Taberanî)
Öyleyse imanın kıymetini bilelim, onu tertemiz muhafaza edelim, günahlarla kirletmeyelim. Eğer nefsimize mağlup olur, işlersek o zaman da tevbenin kıymetini bilelim. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.”(İbn Mâce, Zühd 30) buyuruyor.
Öyleyse evimizden başlayarak konu komşumuza, herkese tevbe ile tertemiz olmaya davet edelim.
Hayırlara Anahtar Şerlere Kilit Olalım
Kimin tevbesine vesile olursak onun sevabından da bize hisse verilecektir inşaallah. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Kim İslam’da iyi bir yola çağırırsa açtığı yolun ecri ve kendisinden sonra, onunla amel edenlerin ecirleri, onu takip edenlerin sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona da verilir. Kim de kötü bir yola çağırırsa, açtığı yolun günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.” (Müslim, Zekat, 69)
Öyleyse biz, insanların tevbe edip hiç günah işlememiş gibi tertemiz olmasına vesile olursak, bundan bize de hisse yazılacaktır. Biz de öyle olmak istiyorsak birer “tevbe öğretmeni” olalım.
Tirmizî’nin bir rivayetine göre, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur:
“(Size getirdiğim) bu hayır, bir kısım hazineler mesabesindedir. Bu hazinelerin anahtarları vardır. Ne mutlu o kimseye ki, Allah onu hayır için bir anahtar, şerre karşı da sürgü (kilit) kılmıştır. Yazıklar olsun o kimseye ki, Allah onu şerre anahtar, hayra sürgü kılmıştır!”
Eğer sen insanları tevbeye, İslam’a hizmet etmeye davet edersen, hayırlara anahtar oluyorsun, sevab hazinelerinin kapılarını açıyorsun. Eğer insanları günaha davet edersen onların günahı gibi, aynısından sana da yazılıyor.
İnsan Allahtan gafil kalıyor hatta öyle ki, günah işlediğin zaman küçük bir çocuk seni görmesin istiyorsun, hâlbuki insanlar seni görmese de Allah görüyor.
Onun için Sehl bin Abdullah rahmetullahi aleyh diyor ki:
“Kim Allah-u Zülcelal’e karşı gizli olarak ihanet ederse, Allah o hıyaneti kıyamet gününde, hatta bu dünyada da açığa çıkarır.”
Yani insan tevbe etmezse günahları o gün insanların, meleklerin, Peygamberlerin huzurunda, o kulun en çok utandığı kişilerin yanında açığa çıkaracaktır. Öyleyse biz Allah’a karşı murakabeli olalım, nereye gidersek gidelim, nerede olursak olalım, Allah’ı hatırlayarak hareket edelim.
Kul Allah’ı Ararsa Allah Bir Vesile Nasip Eder
Sekerât esnasında bazı evliyalara sorulmuştur:
“Bize bir nasihat ver, biz ne yapalım?” onlar demişlerdir ki:
“Devamlı Allah’a karşı ibadetinizi kusurlu görün”
Ben de bunu çok seviyorum, böyle yapmamız lazım. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Allah, Meryem oğlu İsa’ya ve bana da, azap etse zulmetmiş olmaz. Çünkü biz de Onun hakkını eda etmekten aciziz.”
Kendimizi bir denizin içinde gibi düşünelim, öyle zavallı perişan görelim. Ama dikkat edin, dünya denizi değil, günah denizi… Bizi buradan kurtarsın diye Allah’a böyle bir muhtaçlık içinde yalvaralım, kulluk edelim. İşte Allah’a karşı böyle sadık olalım.
Bir kişi Allah’ı ararsa ona nasip ediyor. Ben görüyorum, bir kişi, kimse ona anlatmamış, bir kitabımızı görmüş, okumuş, arayıp sorup buraya gelmiş. İşte insan Allah’ı ararsa, isterse, Allah böyle kendisini arayana nasip ediyor.
Süleyman aleyhisselam, Allah ona verdiği gibi saltanatı kimseye vermemişti, cinler, insanlar, hayvanlar ona hizmet ediyordu, rüzgâr onu istediği yere götürüyordu. Bir abid ona dedi ki,
“Sana nasıl bir saltanat verilmiş!”
Süleyman aleyhisselam dedi ki:
“Bir kere sübhanallah demek bu saltanattan daha kıymetlidir. Çünkü tesbih bakidir, bu saltanat fanidir.”
Allah’ı zikretmek, ona kulluk etmek böyle kıymetlidir, bunun kıymetini bilelim. Her an dua edelim Allah bizi hayırlara anahtar olarak seçsin, çünkü samimi istersek o verecektir inşaallah.
Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.
Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!
TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK
TARİH : 03.01.2014 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI
Bismillahirrahmanirrahim
GÖNÜL PENCEREMDEN
Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itiba...r edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
MUHTAÇLIĞIMIZI BİLEREK DUA EDELİM !!!
Allah-u Zülcelâl kelamını, Peygamberleriyle yeryüzündeki kullarına göndererek onlar için neyin selametli olduğunu bildiriyor. Onun kullarına ihtiyacı yoktur. İbadet edersek de menfaati bize dönüyor, günah işlersek de vebali bizedir.
Allah azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor:
“Kim salih amel yaparsa, bu kendi yararınadır. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet, 46)
Böyle olduğu için herkes kendini düşünmesi lazımdır. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Muhakkak ki, iman edip güzel ameller yapanlar ve Rablerine gönülden yönelip itaat edenler, işte bunlar, cennetliklerdir; onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Hud; 23)
Hepimiz iman etmişiz elhamdülillah, imandan sonra da tevbe nasip etmiş, Allah. Amel-i salih de yaparsak inşaallah ebedi cennette kalacağız.
Biz kesin olarak biliyoruz ki, Allah her şeye kadirdir. Bizim kalbimizi düzeltmeye, hidayetini vermeye, amel-i salih nasip etmeye de gücü yeter. Öyleyse niye istemiyoruz?
Bir kişinin dünyevi bir ihtiyacı olsa, deseler ki; “Eğer Allaha dua edersen Allah istediğini verecek,” hemen o duayı yapar.
Öyleyse bilelim ki bizim için asıl mühim olan Allah’ın rızasını kazanmaktır. Öyleyse dünyevî ihtiyaçlardan önce bize hidayet vermesi için, onun rızasını kazandıracak olan işlerde tevfik (başarı) vermesi için kalb- halis ile dua edelim.
Yunus Peygamberin denizin ortasındaki duası gibi dua edelim. O balığın karnında diyordu ki, “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn” Yani, “Senden başka ilah yoktur, sen bütün noksanlıklardan yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum.” (Enbiya, 87)
Kul böyle Allah-u Zülcelal’in karşısında kendini zelil, mahkûm ve muhtaç olarak gördüğü zaman ve bu zilletle, bu muhtaçlıkla, ihtiyacını Allah’tan istediği zaman, ne isterse istesin Allah verecektir.
Demek ki biz istemenin usulünü bilmiyoruz. Tam ihlâslı, muhtaçlığımızı bilerek istemediğimiz için, Allah-u Zülcelal’e karşı kulluk adabını bozduğumuz için vermiyor, demek ki.
Çünkü Allah-u Zülcelâl buyurmuştur ki:
“Bana dua edin, kabul edeyim.” (Mümin, 60)
Her Günahın Mikrobu Vardır
Eğer düşünürsek görürüz ki, biz nefsimize esiriz. Bazı mümin kardeşlerimiz, tevbe de ediyorlar ama sonra hallerine dikkat etmiyorlar. Hâlbuki çok dikkat etmemiz lazım; nasıl bir insan mikroplu yerlere gittiği zaman hastalığa yakalanıyor, sonra tedavisi de zor oluyorsa manevi olarak da öyledir. Günah işlenen yerlere gittiğiniz zaman o günahın mikrobu bulaşıyor, manevi olarak hastalanıyorsunuz ve tedavisi de zor oluyor.
Her bir günahın ayrı ayrı mikrobu vardır. Bu günah vücudumuza bir manevi mikrobu yerleştiriyor, öbür günah öbür mikrobu yerleştiriyor. Böylece nefse uyduğumuz zaman manevi olarak hastalıklara yakalanıyoruz. Bu yüzden de istediğimiz halde amel-i salih yapamaz duruma geliyoruz, hepimiz bunu bilelim.
Allah’a, ahirete, cennet ve cehenneme iman ediyor ama cehenneme götürecek günahlar işliyorsak, cennete götüren ameller işlemiyorsak işte bu manevi hastalığımızdan dolayıdır. Öyleyse biz elimizden geldiği kadar sevap yapalım, günah yapmayalım, çünkü günahlar bizi hastalandırıyor.
Elhamdülillah, Allah-u Zülcelâl bize günah işlediğimiz zaman da ümitsiz bırakmamış, tevbe kapısı açmıştır. İmam Ali radıyallahu anhu bir gün yanındakilere diyor ki:
- Kurtuluş varken helak olmak ne şaşılacak şeydir!
- O nasıl oluyor, Ey Müminlerin Emiri, diye soruyorlar.
- Tevbe varken günahtan helak olmak, diye cevap veriyor.
Ne kadar günah işlesen de tevbe et, Allah affedecek. Onun için elimizden geldiği kadar günah yapmayalım, şayet nefsimize mağlup olduk ve günah işlediysek, Allah’ın merhamet kapısı açıktır, o kapıdan ona doğru gidelim.
Dünya hayatı çok azdır, eğer biz ebedi ahiret hayatına inanıyorsak, ya cennette veya cehennemde ebedi yani sonsuza kadar kalacağımıza inanıyorsak o sonsuz hayatın yanında bu dünya hayatı çok kısadır, ona bu kadar gönül bağlamak akıl işi değildir. Ama maalesef Allah öyle yaratmış, biz böyleyiz, gafiliz. Yoksa önümüzdeki o olayları bilip de böyle gevşek davranmamız akıl işi değildir.
Eğer derin düşünseydik, bu aklımızı çalıştırsaydık, Allah da bünyemizi böyle gaflete meyilli yaratmış olmasaydı, başımızı secdeye koyar, “Ben bu başımı ölünceye kadar kaldırmayacağım” derdik.
Zikir Meclisleri Cennettir
Bazen bana anlatıyorlar, bazı müminler tevbe aldıktan sonra zikir halkalarını terk ediyorlarmış. Eğer zikir halkalarında bulunmanın kıymetini bilselerdi öyle yapmazlardı. O hatme yapılan, zikir yapılan yerler, cennet bahçesidir, oraya Allah’ın rahmeti iner.
Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam buyuruyor:
“Allah’ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allah azze ve celle’yi zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini:
- Gelin, aradığınız buradadır, diye çağırırlar.
Hepsi gelip onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semâsına kadar arayı doldururlar.
Allah, kendisi bildiği halde meleklere sorar:
- Kullarım ne diyorlar? Melekler;
- Ya Rabbi, Seni tesbih ediyorlar, Sana tekbir okuyorlar, Sana hamd ediyorlar. Seni ta’zim ediyorlar, derler. Allah-u Zülcelâl sorar:
- Onlar Beni gördüler mi? Melekler:
- Hayır! derler.
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- Eğer Seni görselerdi daha çok ibadet ederler; çok daha fazla ta’zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı, derler. Allah Azimüşşan sorar:
- Onlar ne istiyorlar? Melekler:
- Senden cennet istiyorlar.
- Cenneti gördüler mi?
- Hayır, Ey Rabbimiz! derler.
- Ya görselerdi ne yaparlardı? der.
- Eğer görselerdi, cennete daha çok rağbet ederler, onu daha çok isterlerdi. Allah-u Zülcelâl soruyor:
- Onlar ne için korkuyorlar? Bana neden sığınıyorlar?
- Ya Rabbi onlar senin azabından korkuyor, cehennemden sana sığınıyorlar.
- Onu gördüler mi?
- Hayır, Rabbimiz, görmediler!
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- Eğer cehennemi görselerdi ondan daha fazla korkar, sana daha şiddetli sığınırlardı. Allah azze ve celle bunun üzerine buyurur ki:
- Sizi şahit kılıyorum, onları affettim! Rasûlullah aleyhisselatu vesselam devamla buyuruyor:
Bunun üzerine bir melek der ki:
- Bunların arasında falanca günahkâr kul da var. Bu onlardan değil. O başka bir ihtiyacı için uğramıştı, oturuverdi. Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
- Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki, onlarla oturanlar şakî, mutsuz olmazlar. (Buhârî, Deavât 66; Müslim, Zikr 25)
İşte günahkâr kişiler, zikir ehli olmayan kişiler bile onların hürmetine affediliyor. Bu yüzden zikirden ayrılan bir kişi nasıl huzurlu olabilir, ben bilmiyorum. Bilse ki o cennetten ayrılmış cehenneme gitmiş oluyor, nasıl huzurlu olur?
Günah ateştir, insan cehennemde de kendi günahının ateşi içinde yanar. Behlül-i Dana kuddise sirruhu Hazretlerine sordular:
- Nereden geliyorsun? O da şöyle cevap veriyor:
- Cehennemden geliyorum. Ancak, size getirecek bir ateş bulamadım. Böyle söyleyince ona güldüler.
- Cehennem ateşle dolu değil mi, sen nasıl ateş bulamadın? Behlül-i Dana diyor ki:
- Cehennemde ateş yoktur. İnsanın, günahı kendisine ateştir. Benim günahım olmadığı için orada ateş bulamadım.
Cehennemde melekler de vardır, ama onların günahı olmadığı için onlar yanmazlar. Herkes kendi günah ateşi içinde yanıyor.
Bu dünyada da günahlarımız ateştir, cehennemdir. Eğer Allah’ın zikrinden yüz çevirirsek günah işlenen yerlere gidersek, doğrudan cehennem çukuruna girmişiz demektir.
Bize ölümün ne zaman geleceğini bilmiyoruz, ölüm bize günah üzere gelirsek o halde doğru cehenneme gideceğiz demektir. Bunu böyle anlatın, hatırlatın ki, şeytanın yanından alıp Allah’ın yoluna gelmesine sebep olduğunuz kişilerin hidayetinden de sevap kazanalım.
Bir kişi Allah yoluna yönelirse şeytan feryat figan eder:
- Keşke ona günah yaptırmasaydım, işlettiğim günahları da sevaba çevrildi.
İşte tevbe böyle kazançlıdır.
Allah Aşkıyla Gayrete Gelelim
Allah muhabbete layıktır, bunun için Allah’ı sevelim ve nefsimizi ona feda edelim. Hatta Peygamberler gibi âlimler gibi bilen zatlar demiş olsa ki, “Eğer sen kendini göklerden yere atarsan Allah senden razı olacak,” onu dahi bir milim bile düşünmeden yapmaya niyetli olmak lazımdır. Çünkü nefsimizi O’na feda etmeye layıktır.
Bir misal üzerine düşünelim, farz edelim ki büyük bir zatı ziyaret etmek için yola çıkılacak. Yolculuk biraz zordur, uzaktır. Onu çok fazla sevmeyenler; kendilerine bir mazeret bulmuşlar, özür beyan ederek, “Benim hastam vardır,” “Benim o kadar yola dayanacak gücüm yoktur,” diyerek yoldan geri kalmışlar. Sadece gönülden seven bir kişi var, o tek başına yola düşmüş.
İşte bu bizim halimizin misalidir. Biz de öyleyiz, biz de Allah’ın yoluna davet edildiğimiz zaman mazeretler buluyoruz. “Ben uykusuzum, sabah namazına kalkamayacağım, sonra kaza yapacağım” “Biraz hastayım, camiye gitmeye hiç halim yok…” Böyle özürlerden sabaha kadar sayabilirim.
Nefis Allah’ın rızasını kazandıracak bir ibadet yapmamak için, O’nun yolundan geri kalmak için kendini devamlı özür sahibi gösterir, sana engel olur. Aynı o ziyarete gitmemek için mazeret ileri süren kişiler gibi…
Nasıl ki o tek başına yola düşen kişi, muhabbeti çok olduğu için, “Başıma ne gelirse gelsin ben gideceğim,” demişse işte bizim de öyle âşık olmamız lazım.
Allah’a âşık olanlardan biri demiş ki,
“Ya Rabbi! Benimle Senin aranda ateşle dolu vadiler olsa ben yine de Sen’in yanına gelirim.”
Helal olsun ona, işte o Allah’ın hakiki kuludur. Hakiki âşık böyledir işte. Vücudunun yanması, çektiği o eziyetler onun yanında hiçtir, yeter ki o mâşûkuna kavuşsun.
Dua edelim, Allah hepimize böyle muhabbet versin. Samimi olarak, halis olarak kulluk etmeyi nasip etsin.
O bizim için çok mühimdir, dünya dolusu maldan, mülkten, her şeye sahip olmaktan daha önemlidir. Çünkü kıyamet gününde, mizanın başında, sırat köprüsünden geçerken bize lazım olan O’nun rızasıdır.
Dünya ve ahiretin huzuru Allah’ın muhabbetindedir, rızasını kazandıracak kulluğundadır. Bakmayın siz günah işleyenlerin böyle gezdiğine tozduğuna, denizlere gittiğine, onların hiç huzuru yoktur. Zaten ben duyuyorum, huzuru bulamıyorlar, sonunda intihar ediyorlar.
Huzur ancak Allah-u Zülcelal’in aşkında ve muhabbetindedir. Hem dünya hem ahiret huzuru… Allah âşıkları için dünya da cennettir ahiret de cennettir.
Allah’ı Görür Gibi Kulluk
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Muhakkak ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası “kalb”dir.” (Buhari, İman, 39; Müslim Müsakat, 109)
İşte bu yüzden kalbi ıslah etmemiz lazımdır, zikirle kalbi temizlememiz lazımdır.
İhsan, yani murakabe çok mühimdir. Çünkü gizli bir ameldir, seninle Allah’ın arasındaki bir haldir, kimse bilmez. Şeytan dahi bilmez, kalbindeki o hali. Bu yüzden elimizden geldiği kadar Allah ile aramızdaki hali düzeltelim. O hali düzelttiğimiz zaman her şey kolay oluyor.
Hz. Abdullah ibn-i Ömer radıyallahu anhüma Medine’nin dışında dolaşırken, sürüsüyle beraber bir koyun çobanı gördü. Çobanı imtihan etmek için:
–Çoban, bize bir koyun sat, dedi.
Çoban:
– Bu koyunlar benim değildir. Onların sahipleri vardır.
– Sahibine “kurt yedi,” dersin.
Çoban durdu, onların yüzüne baktı ve:
– Peki Allah ne olacak, Allah nerede? Yani o görmüyor mu?
Abdullah ibn-i Ömer çobanın Allah ile bu murakabesini görünce onu sahibinden satın alıp âzâd etti, koyun sürüsünü de kendisine bağışladı. Bazen Medine’de ona rastlayınca ona o günü hatırlatırdı, derdi ki “Ey Filan, Allah nerede?” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 3, 341)
Kişi böyle Allah ile murakabeli olursa günah işlemez. Çünkü o zaman kendi fakirliğini bilir, kendi muhtaçlığını bilir, Allah’ın azametini düşünür ve: “Ben bu kadar muhtacım, bu kadar zavallıyım, Rabbim bu kadar azamet sahibidir. Ben nasıl günah işlerim?” der ve sevap işler, günah işleyemez.
Birisi Hasan Basri rahmetullahi aleyhiye
- Ben bu gece namaza kalkamadım,” deyince Hasan-ı Basri dedi ki:
- Bir günah seni bırakmamıştır, ondan kalkamamışsındır.
Bir insana düşman olsan, aranızda küslük olsa gidip ondan bir şey isteyebilir misin? Önce barışman lazım sonra ondan isteyeceğini istersin. Sen günah işlemişsin, Allah ile aranı bozmuşsun, önce tevbe etmen lazım ki, sonra elini açıp niyaz edebilesin.
Allah bize hayırları nasip etsin günahlardan da muhafaza etsin inşaallah.
Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.
Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!
TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK