HAFTANIN SOHBETİ

TARİH : 10.01.2014 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI

Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN


Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
Allah-u Zülcelal’in emir ve nehiylerine riayet edersek, Allah da bize karşı kıyamet gününde şefkatli merhametli lütuf sahibi olacaktır, İnşallah. Allah azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor:
“İnsanlardan bazıları nefsini sırf Allah’ın rızasına karşılık olarak Allah’a satmıştır. Allah şüphesiz kullarına çok rauftur (merhametlidir.)” (Bakara, 107)
Şimdi bizim sadece “Ben nefsimi Allah’a sattım,” dememizle bu sözümüzde doğru olduğumuz ortaya çıkmış olmaz. Bu sözün doğruluğu, ancak, Allah’ın emir ve nehiylerinden herhangi biri önümüze geldiği zaman, “Ben hür değilim, Allah’ın yasakladığı günahları yapmak ve emrettiği ibadetleri yapmamak benim için mümkün değildir, ben onun kuluyum, o ne emrederse onu yaparım” dememizle, bu düşünce içinde olmamızla anlaşılır.
Öyleyse dünyada önümüze ne gelirse gelsin, düşüneceğiz, “Bunu yaparsam Allah benden razı mıdır değil midir? Eğer razı ise yaparım değilse yapmam.” İşte böyle düşünmeden önümüze ne gelirse yaparsak yanlış yapmış oluruz.
Ebu Bekir sıdık radıyallahu anhu diyor ki:
“Kim kendi nefsine Allah rızası için hakaret ederse onu hesaba çekerse, Allah-u Zülcelâl de onu kıyamet gününde kendi gazabından emin kılacak.”
Yani Allah-u Zülcelâl bizi daima nefsimizle hesaplaşıyor, Allah rızası için nefsimize kızıyor gördüğü zaman daima bize rahmetiyle bakacaktır. Bizi bu şekilde görürse, bizi kıyamet gününde cehennem azabından ve kendi gazabından emin kılacak, muhafaza edecektir inşaallah.
Fakat biz daima ters davranıyoruz, o bizi mahvediyor. Nefsimiz ne derse biz “Baş üstüne” diyoruz. Nefis düşmandır, düşman ne derse yapmak çok yanlıştır.
Bayezid –i Bistamî hazretleri demiştir ki:
“Yeryüzünde adam odur ki, daima kendi kusurlarını, ayıplarını göz önünde bulundurmak ve onları ıslah etmekle meşgul olur. Başkalarının kusurlarıyla, ayıplarıyla meşgul olan adam değildir.”
Sen kendi kusurunu düzeltirsen, o da kendini düzeltir, öbürü de kendini düzeltirse, işte yeryüzü böyle ıslah olur. Ama o onun ayıplarıyla o öbürünün ayıplarıyla uğraşırsa kimse düzelmez ki…
Yani kim kendi nefsini Allah rızası için muhasebeye çekerse o nefsini temizlemiş oluyor. Ayet-i kerime de Allah azze ve celle buyuruyor:
“Muhakkak ki kim nefsini temizlerse felâha ermiştir. Ve muhakkak ki, kim nefsinin kabahatlerini örterse de hüsrana uğramıştır.” (Şems, 9-10)
Yani kim nefsini günahlardan, kötülüklerden temizlerse, hayır işlerse o kurtulmuş, felaha ermiştir. Kim de nefsinin dediklerini yaparsa o pişman olacaktır.
Ben duyuyorum, bazı tevbe almış kişiler, bırakıyorlar. Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi, mahzun da olmuyorlar. Demek ki o kişinin kalbi Allah’a karşı ölmüştür. Eğer bir insan günah işlediğinde mahzun olmuyorsa demek ki onun kalbi ölmüştür, Neuzubillah.
Nasıl ki bir evde kimse olmadığı zaman o ev bozuluyor ise işte bunun gibi, insanın kalbinde bir hüzün, bir dert, bir pişmanlık olmadığı zaman, o kalp bozuluyor.
Onun için annemiz Aişe radıyallahu anha, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın şöyle dua ettiğini rivayet ediyor:
“Ya Rabbi! Beni sevab işleyince ferahlayan, günah işleyince istiğfar eden kişilerden eyle!”
Demek ki, salih bir amel işlediğimiz zaman sevineceğiz, ferahlayacağız, Allah bunu bize nasip etti diye, günah işlediğimiz zaman da hemen tevbe edeceğiz.
Allah Kalbimizde Bir Sevda Görsün
Şah-ı Nakşibend demiştir ki:
“Mümin olarak, husûsen Nakşibendî yolunda olan bir kimse, hiç değilse, üç saat geçti mi kendini hesaba çekecek, ‘Ben bu üç saatte ne yaptım?’ diye.
Eğer hayır, taat, zikir, İslam hizmetinde bir şey yapmış isek, ‘Elhamdülillah Ya Rabbi, sen bunu bana nasip ettin. Daha fazlasını yapmam için bana kuvvet ver, Ya Rabbi!’ diye, ferahlanarak Allah’a hamd, şükür ve senâ edeceğiz.
Eğer, neuzubillah, o üç saat içinde, günah, gaflet hata yapmış isek, Allah-u Zülcelâl’den özür dileyeceğiz. ‘Ya Rabbi pişmanım, keşke yapmasaydım, inşaallah bir daha yapmayacağım, bana kuvvet ver Ya Rabbi!’ diye, bir daha yapmamak için, Allah’a böyle yalvaracağız.”
Allah insanlara benzemiyor, meleklere benzemiyor, Peygamberlere benzemiyor. O tektir tek! O her şeyden yücedir!
O kalbimize baktığı zaman bizi böyle kendimizi hesaba çekerken görürse, böyle biraz fedakârlık yapıyor görürse neler verecek… Yeter ki bizi böyle kendisine karşı samimi, dürüst, onun rızasını kazanmak için bir sevda içinde olarak görsün, inşaallah.
Bütün sıkıntılı zamanlarımızda bize Allah azze ve celle yardımcı olacak. Kabirde, kıyamet gününde, mizanın başında, bu yaramaz nefs, bize hep kaybettiren bu nefs o zaman titreyecek, hiçbir şey de fayda vermeyecek. Ama salih amellerini sadece Allah için yaparsan, o sırat köprüsünde, haşir meydanında, mizanda her yerde sana yardımcı olacak Allah azze ve celle.
Yani insan cesed olarak dünyada olması ama kalbi hep ahirete bakması lazımdır. O ahiretteki manzarayı gözümüzün önüne getirmesi, ona göre amel yapması lazımdır. Eğer yapmıyorsa hasret içinde yanması, mahzun olması, pişmanlık, nedamet çekmesi lazımdır. Allah-u Zülcelâl o pişmanlık sayesinde o mahzunluk sayesinde bize inşaallah nasip edecek ve kuvvet verecektir inşaallah.
Bir kişi çarşıya girmiş, dilenciler gibi:
“Bana merhamet edin! Ben sermayemi kaybettim bana merhamet edin!” diyor. Ona soruyorlar:
“Senin sermayen neydi? Ne kaybettin?”
“Benim bir kalbim vardı onu kaybettim!”
Bir sofi ilk önce vecd sahibidir, vird sahibidir, hizmet sahibidir, sonra o hizmetten düşüyor, kaybediyor, demek ki o kalbini kaybetmiştir. Allah’ın önce gördüğü o hali kaybetmiştir.
İşte o adam “Bana merhamet edin!” derken yani “Bana dua edin, bana kalbimi, yani eski halimi, önceki hizmet sahibi olduğum, Allaha âşık olduğum halimi bana versin,” demek istiyor.
Ne mutlu ona!
Böyle yaptığı için Allah verecek ona!
Öyleyse bizde böyle yapalım, arkadaşlarımızdan dua isteyelim, yalvara yakara Allah’ın rahmetini isteyelim.
Gafil Olmasak Allah’a Âşık Olurduk
Allah her an bizimle beraberdir, ondan hayâ etmemiz lazım. Biz ondan gafil kalıyoruz o bizden gafil kalmıyor. Bunu düşünelim, ona göre davranalım.
Bak, bizden üstün bir kişinin karşısında nasıl oluyorsun? Bir emriyle seni yok edebilecek bir hükümdar, sana bir emir verse, ne yaparsın? O emri güzelce yerine getirmek için daima titiz davranırsın, bir zerre kadar onun emrini eksik bırakmamaya gayret edersin.
Allah hiçbir şeye benzemiyor, her şeyden yücedir ama hiç değilse bu kadar hürmet edelim. Eğer böyle düşünürsek, Allah’ın huzurunda günah işlemeye cüret edemeyiz. O kadar kudret ve azamet sahibidir Allah-u Zülcelâl.
İnsan Allah’ın büyüklüğünü düşünse aklını kaybeder. Allah göklerde yerde ne kadar mahluk varsa ondan haberdardır. Karanlık gecede bir pirenin açlığını, acılarını bilir. Biz onun büyüklüğünden gafiliz, ondan O’na aşık olamıyoruz. Halbuki Allah bizi ona aşık olalım diye yaratmıştır.
“Ben, cinleri ve insanları sadece ve sadece bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 56)
Bu ayetin tefsirinde İbn-i Abbas radıyallahu anhuma “yani, beni tanımaları için,” manasını vermiştir.
Öyleyse biz elimizden geldiği kadar Allah-u zülcelali tanıyalım, kendi nefsimizin de ne kadar zayıf olduğumuzu tanıyalım, ona göre, o hale göre ona ibadet edelim, inşaallah.
İnsanların durumu kıyamet gününde ayeti kerimelerde peygamberler vasıtasıyla kullarına bildiriyor:
“Ve o gün cehennem getirilmiştir. İnsan o anda tezekkür eder, düşünür, hatırlar ama bu hatırlamanın ona ne faydası var? Der ki “Keşke ben hayatım için (yaşarken güzel ameller işleyip) önceden göndermiş olsaydım.” der.” (Fecr, 23-24)
O gün cehennem meydana getiriliyor ve ondan bir ses gelir, kızgınlığından patlayacak duruma gelmiş, kafirlere, münafıklara, günahkarlara karşı öyle gazablanmış, öyle korkunç bir ses geliyor ondan…
O zaman insan düşünüp hatırlıyor, dünyada yaptıkları şeyleri, ve “Yaptığım o şeyler başıma ne getirecek?” diye pişman oluyor. Ama o hatırlama, o pişmanlık ne fayda verir? Fayda şimdi pişman olmaktadır.
Eğer biz o andaki pişmanlık gibi şimdi pişman olsak melekler gibi uçarız, ama Allah bizi böyle yaratmış, oraya varıncaya kadar, hiçbir zaman tam o andaki gibi, hakiki manada pişman olamıyoruz.
İnsan o hali görünce diyecek ki; “Keşke bu hayatım için bir şeyler hazırlasaydım, takdim etseydim.” O zaman temenninin bir faydası yok.
Allah bize akıl vermiş, bizden evvel ölenleri görüyoruz, ama nefs, şeytan ve dünya hayatı bırakmıyor, tam hakiki pişman olamıyoruz.
Ebu Musa radıyallahu anhu diyor ki;
“ Mahşer gününü dehşeti karşısında insanlar öyle ağlayacaklar ki, gözyaşları deniz gibi olacak, hatta üzerinden gemi yüzecek kadar büyük bir deniz olacak.”
İnsanların ağlamaktan gözlerinden kan gelecek. İşte ahiretin manzarası böyle dehşetlidir. Öyleyse Allah’ın bize verdiği iman nimetinin kıymetini bilelim.
O gün herkes cehenneme girecek. İman ehli de girecek ama ateş göremeyecek. Çünkü cehennem ona diyor ki,
“Ey mümin çabuk geç, senin imanın benim hararetimi söndürüyor.” (Taberanî)
Öyleyse imanın kıymetini bilelim, onu tertemiz muhafaza edelim, günahlarla kirletmeyelim. Eğer nefsimize mağlup olur, işlersek o zaman da tevbenin kıymetini bilelim. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem:
“Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.”(İbn Mâce, Zühd 30) buyuruyor.
Öyleyse evimizden başlayarak konu komşumuza, herkese tevbe ile tertemiz olmaya davet edelim.
Hayırlara Anahtar Şerlere Kilit Olalım
Kimin tevbesine vesile olursak onun sevabından da bize hisse verilecektir inşaallah. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Kim İslam’da iyi bir yola çağırırsa açtığı yolun ecri ve kendisinden sonra, onunla amel edenlerin ecirleri, onu takip edenlerin sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona da verilir. Kim de kötü bir yola çağırırsa, açtığı yolun günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.” (Müslim, Zekat, 69)
Öyleyse biz, insanların tevbe edip hiç günah işlememiş gibi tertemiz olmasına vesile olursak, bundan bize de hisse yazılacaktır. Biz de öyle olmak istiyorsak birer “tevbe öğretmeni” olalım.
Tirmizî’nin bir rivayetine göre, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur:
“(Size getirdiğim) bu hayır, bir kısım hazineler mesabesindedir. Bu hazinelerin anahtarları vardır. Ne mutlu o kimseye ki, Allah onu hayır için bir anahtar, şerre karşı da sürgü (kilit) kılmıştır. Yazıklar olsun o kimseye ki, Allah onu şerre anahtar, hayra sürgü kılmıştır!”
Eğer sen insanları tevbeye, İslam’a hizmet etmeye davet edersen, hayırlara anahtar oluyorsun, sevab hazinelerinin kapılarını açıyorsun. Eğer insanları günaha davet edersen onların günahı gibi, aynısından sana da yazılıyor.
İnsan Allahtan gafil kalıyor hatta öyle ki, günah işlediğin zaman küçük bir çocuk seni görmesin istiyorsun, hâlbuki insanlar seni görmese de Allah görüyor.
Onun için Sehl bin Abdullah rahmetullahi aleyh diyor ki:
“Kim Allah-u Zülcelal’e karşı gizli olarak ihanet ederse, Allah o hıyaneti kıyamet gününde, hatta bu dünyada da açığa çıkarır.”
Yani insan tevbe etmezse günahları o gün insanların, meleklerin, Peygamberlerin huzurunda, o kulun en çok utandığı kişilerin yanında açığa çıkaracaktır. Öyleyse biz Allah’a karşı murakabeli olalım, nereye gidersek gidelim, nerede olursak olalım, Allah’ı hatırlayarak hareket edelim.
Kul Allah’ı Ararsa Allah Bir Vesile Nasip Eder
Sekerât esnasında bazı evliyalara sorulmuştur:
“Bize bir nasihat ver, biz ne yapalım?” onlar demişlerdir ki:
“Devamlı Allah’a karşı ibadetinizi kusurlu görün”
Ben de bunu çok seviyorum, böyle yapmamız lazım. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Allah, Meryem oğlu İsa’ya ve bana da, azap etse zulmetmiş olmaz. Çünkü biz de Onun hakkını eda etmekten aciziz.”
Kendimizi bir denizin içinde gibi düşünelim, öyle zavallı perişan görelim. Ama dikkat edin, dünya denizi değil, günah denizi… Bizi buradan kurtarsın diye Allah’a böyle bir muhtaçlık içinde yalvaralım, kulluk edelim. İşte Allah’a karşı böyle sadık olalım.
Bir kişi Allah’ı ararsa ona nasip ediyor. Ben görüyorum, bir kişi, kimse ona anlatmamış, bir kitabımızı görmüş, okumuş, arayıp sorup buraya gelmiş. İşte insan Allah’ı ararsa, isterse, Allah böyle kendisini arayana nasip ediyor.
Süleyman aleyhisselam, Allah ona verdiği gibi saltanatı kimseye vermemişti, cinler, insanlar, hayvanlar ona hizmet ediyordu, rüzgâr onu istediği yere götürüyordu. Bir abid ona dedi ki,
“Sana nasıl bir saltanat verilmiş!”
Süleyman aleyhisselam dedi ki:
“Bir kere sübhanallah demek bu saltanattan daha kıymetlidir. Çünkü tesbih bakidir, bu saltanat fanidir.”
Allah’ı zikretmek, ona kulluk etmek böyle kıymetlidir, bunun kıymetini bilelim. Her an dua edelim Allah bizi hayırlara anahtar olarak seçsin, çünkü samimi istersek o verecektir inşaallah.
Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK

TARİH : 03.01.2014 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI

Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN

Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itiba...r edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
MUHTAÇLIĞIMIZI BİLEREK DUA EDELİM !!!
Allah-u Zülcelâl kelamını, Peygamberleriyle yeryüzündeki kullarına göndererek onlar için neyin selametli olduğunu bildiriyor. Onun kullarına ihtiyacı yoktur. İbadet edersek de menfaati bize dönüyor, günah işlersek de vebali bizedir.
Allah azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor:
“Kim salih amel yaparsa, bu kendi yararınadır. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet, 46)
Böyle olduğu için herkes kendini düşünmesi lazımdır. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Muhakkak ki, iman edip güzel ameller yapanlar ve Rablerine gönülden yönelip itaat edenler, işte bunlar, cennetliklerdir; onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.” (Hud; 23)
Hepimiz iman etmişiz elhamdülillah, imandan sonra da tevbe nasip etmiş, Allah. Amel-i salih de yaparsak inşaallah ebedi cennette kalacağız.
Biz kesin olarak biliyoruz ki, Allah her şeye kadirdir. Bizim kalbimizi düzeltmeye, hidayetini vermeye, amel-i salih nasip etmeye de gücü yeter. Öyleyse niye istemiyoruz?
Bir kişinin dünyevi bir ihtiyacı olsa, deseler ki; “Eğer Allaha dua edersen Allah istediğini verecek,” hemen o duayı yapar.
Öyleyse bilelim ki bizim için asıl mühim olan Allah’ın rızasını kazanmaktır. Öyleyse dünyevî ihtiyaçlardan önce bize hidayet vermesi için, onun rızasını kazandıracak olan işlerde tevfik (başarı) vermesi için kalb- halis ile dua edelim.
Yunus Peygamberin denizin ortasındaki duası gibi dua edelim. O balığın karnında diyordu ki, “Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn” Yani, “Senden başka ilah yoktur, sen bütün noksanlıklardan yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum.” (Enbiya, 87)
Kul böyle Allah-u Zülcelal’in karşısında kendini zelil, mahkûm ve muhtaç olarak gördüğü zaman ve bu zilletle, bu muhtaçlıkla, ihtiyacını Allah’tan istediği zaman, ne isterse istesin Allah verecektir.
Demek ki biz istemenin usulünü bilmiyoruz. Tam ihlâslı, muhtaçlığımızı bilerek istemediğimiz için, Allah-u Zülcelal’e karşı kulluk adabını bozduğumuz için vermiyor, demek ki.
Çünkü Allah-u Zülcelâl buyurmuştur ki:
“Bana dua edin, kabul edeyim.” (Mümin, 60)
Her Günahın Mikrobu Vardır
Eğer düşünürsek görürüz ki, biz nefsimize esiriz. Bazı mümin kardeşlerimiz, tevbe de ediyorlar ama sonra hallerine dikkat etmiyorlar. Hâlbuki çok dikkat etmemiz lazım; nasıl bir insan mikroplu yerlere gittiği zaman hastalığa yakalanıyor, sonra tedavisi de zor oluyorsa manevi olarak da öyledir. Günah işlenen yerlere gittiğiniz zaman o günahın mikrobu bulaşıyor, manevi olarak hastalanıyorsunuz ve tedavisi de zor oluyor.
Her bir günahın ayrı ayrı mikrobu vardır. Bu günah vücudumuza bir manevi mikrobu yerleştiriyor, öbür günah öbür mikrobu yerleştiriyor. Böylece nefse uyduğumuz zaman manevi olarak hastalıklara yakalanıyoruz. Bu yüzden de istediğimiz halde amel-i salih yapamaz duruma geliyoruz, hepimiz bunu bilelim.
Allah’a, ahirete, cennet ve cehenneme iman ediyor ama cehenneme götürecek günahlar işliyorsak, cennete götüren ameller işlemiyorsak işte bu manevi hastalığımızdan dolayıdır. Öyleyse biz elimizden geldiği kadar sevap yapalım, günah yapmayalım, çünkü günahlar bizi hastalandırıyor.
Elhamdülillah, Allah-u Zülcelâl bize günah işlediğimiz zaman da ümitsiz bırakmamış, tevbe kapısı açmıştır. İmam Ali radıyallahu anhu bir gün yanındakilere diyor ki:
- Kurtuluş varken helak olmak ne şaşılacak şeydir!
- O nasıl oluyor, Ey Müminlerin Emiri, diye soruyorlar.
- Tevbe varken günahtan helak olmak, diye cevap veriyor.
Ne kadar günah işlesen de tevbe et, Allah affedecek. Onun için elimizden geldiği kadar günah yapmayalım, şayet nefsimize mağlup olduk ve günah işlediysek, Allah’ın merhamet kapısı açıktır, o kapıdan ona doğru gidelim.
Dünya hayatı çok azdır, eğer biz ebedi ahiret hayatına inanıyorsak, ya cennette veya cehennemde ebedi yani sonsuza kadar kalacağımıza inanıyorsak o sonsuz hayatın yanında bu dünya hayatı çok kısadır, ona bu kadar gönül bağlamak akıl işi değildir. Ama maalesef Allah öyle yaratmış, biz böyleyiz, gafiliz. Yoksa önümüzdeki o olayları bilip de böyle gevşek davranmamız akıl işi değildir.
Eğer derin düşünseydik, bu aklımızı çalıştırsaydık, Allah da bünyemizi böyle gaflete meyilli yaratmış olmasaydı, başımızı secdeye koyar, “Ben bu başımı ölünceye kadar kaldırmayacağım” derdik.
Zikir Meclisleri Cennettir
Bazen bana anlatıyorlar, bazı müminler tevbe aldıktan sonra zikir halkalarını terk ediyorlarmış. Eğer zikir halkalarında bulunmanın kıymetini bilselerdi öyle yapmazlardı. O hatme yapılan, zikir yapılan yerler, cennet bahçesidir, oraya Allah’ın rahmeti iner.
Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam buyuruyor:
“Allah’ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allah azze ve celle’yi zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini:
- Gelin, aradığınız buradadır, diye çağırırlar.
Hepsi gelip onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semâsına kadar arayı doldururlar.
Allah, kendisi bildiği halde meleklere sorar:
- Kullarım ne diyorlar? Melekler;
- Ya Rabbi, Seni tesbih ediyorlar, Sana tekbir okuyorlar, Sana hamd ediyorlar. Seni ta’zim ediyorlar, derler. Allah-u Zülcelâl sorar:
- Onlar Beni gördüler mi? Melekler:
- Hayır! derler.
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- Eğer Seni görselerdi daha çok ibadet ederler; çok daha fazla ta’zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı, derler. Allah Azimüşşan sorar:
- Onlar ne istiyorlar? Melekler:
- Senden cennet istiyorlar.
- Cenneti gördüler mi?
- Hayır, Ey Rabbimiz! derler.
- Ya görselerdi ne yaparlardı? der.
- Eğer görselerdi, cennete daha çok rağbet ederler, onu daha çok isterlerdi. Allah-u Zülcelâl soruyor:
- Onlar ne için korkuyorlar? Bana neden sığınıyorlar?
- Ya Rabbi onlar senin azabından korkuyor, cehennemden sana sığınıyorlar.
- Onu gördüler mi?
- Hayır, Rabbimiz, görmediler!
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- Eğer cehennemi görselerdi ondan daha fazla korkar, sana daha şiddetli sığınırlardı. Allah azze ve celle bunun üzerine buyurur ki:
- Sizi şahit kılıyorum, onları affettim! Rasûlullah aleyhisselatu vesselam devamla buyuruyor:
Bunun üzerine bir melek der ki:
- Bunların arasında falanca günahkâr kul da var. Bu onlardan değil. O başka bir ihtiyacı için uğramıştı, oturuverdi. Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
- Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki, onlarla oturanlar şakî, mutsuz olmazlar. (Buhârî, Deavât 66; Müslim, Zikr 25)
İşte günahkâr kişiler, zikir ehli olmayan kişiler bile onların hürmetine affediliyor. Bu yüzden zikirden ayrılan bir kişi nasıl huzurlu olabilir, ben bilmiyorum. Bilse ki o cennetten ayrılmış cehenneme gitmiş oluyor, nasıl huzurlu olur?
Günah ateştir, insan cehennemde de kendi günahının ateşi içinde yanar. Behlül-i Dana kuddise sirruhu Hazretlerine sordular:
- Nereden geliyorsun? O da şöyle cevap veriyor:
- Cehennemden geliyorum. Ancak, size getirecek bir ateş bulamadım. Böyle söyleyince ona güldüler.
- Cehennem ateşle dolu değil mi, sen nasıl ateş bulamadın? Behlül-i Dana diyor ki:
- Cehennemde ateş yoktur. İnsanın, günahı kendisine ateştir. Benim günahım olmadığı için orada ateş bulamadım.
Cehennemde melekler de vardır, ama onların günahı olmadığı için onlar yanmazlar. Herkes kendi günah ateşi içinde yanıyor.
Bu dünyada da günahlarımız ateştir, cehennemdir. Eğer Allah’ın zikrinden yüz çevirirsek günah işlenen yerlere gidersek, doğrudan cehennem çukuruna girmişiz demektir.
Bize ölümün ne zaman geleceğini bilmiyoruz, ölüm bize günah üzere gelirsek o halde doğru cehenneme gideceğiz demektir. Bunu böyle anlatın, hatırlatın ki, şeytanın yanından alıp Allah’ın yoluna gelmesine sebep olduğunuz kişilerin hidayetinden de sevap kazanalım.
Bir kişi Allah yoluna yönelirse şeytan feryat figan eder:
- Keşke ona günah yaptırmasaydım, işlettiğim günahları da sevaba çevrildi.
İşte tevbe böyle kazançlıdır.
Allah Aşkıyla Gayrete Gelelim
Allah muhabbete layıktır, bunun için Allah’ı sevelim ve nefsimizi ona feda edelim. Hatta Peygamberler gibi âlimler gibi bilen zatlar demiş olsa ki, “Eğer sen kendini göklerden yere atarsan Allah senden razı olacak,” onu dahi bir milim bile düşünmeden yapmaya niyetli olmak lazımdır. Çünkü nefsimizi O’na feda etmeye layıktır.
Bir misal üzerine düşünelim, farz edelim ki büyük bir zatı ziyaret etmek için yola çıkılacak. Yolculuk biraz zordur, uzaktır. Onu çok fazla sevmeyenler; kendilerine bir mazeret bulmuşlar, özür beyan ederek, “Benim hastam vardır,” “Benim o kadar yola dayanacak gücüm yoktur,” diyerek yoldan geri kalmışlar. Sadece gönülden seven bir kişi var, o tek başına yola düşmüş.
İşte bu bizim halimizin misalidir. Biz de öyleyiz, biz de Allah’ın yoluna davet edildiğimiz zaman mazeretler buluyoruz. “Ben uykusuzum, sabah namazına kalkamayacağım, sonra kaza yapacağım” “Biraz hastayım, camiye gitmeye hiç halim yok…” Böyle özürlerden sabaha kadar sayabilirim.
Nefis Allah’ın rızasını kazandıracak bir ibadet yapmamak için, O’nun yolundan geri kalmak için kendini devamlı özür sahibi gösterir, sana engel olur. Aynı o ziyarete gitmemek için mazeret ileri süren kişiler gibi…
Nasıl ki o tek başına yola düşen kişi, muhabbeti çok olduğu için, “Başıma ne gelirse gelsin ben gideceğim,” demişse işte bizim de öyle âşık olmamız lazım.
Allah’a âşık olanlardan biri demiş ki,
“Ya Rabbi! Benimle Senin aranda ateşle dolu vadiler olsa ben yine de Sen’in yanına gelirim.”
Helal olsun ona, işte o Allah’ın hakiki kuludur. Hakiki âşık böyledir işte. Vücudunun yanması, çektiği o eziyetler onun yanında hiçtir, yeter ki o mâşûkuna kavuşsun.
Dua edelim, Allah hepimize böyle muhabbet versin. Samimi olarak, halis olarak kulluk etmeyi nasip etsin.
O bizim için çok mühimdir, dünya dolusu maldan, mülkten, her şeye sahip olmaktan daha önemlidir. Çünkü kıyamet gününde, mizanın başında, sırat köprüsünden geçerken bize lazım olan O’nun rızasıdır.
Dünya ve ahiretin huzuru Allah’ın muhabbetindedir, rızasını kazandıracak kulluğundadır. Bakmayın siz günah işleyenlerin böyle gezdiğine tozduğuna, denizlere gittiğine, onların hiç huzuru yoktur. Zaten ben duyuyorum, huzuru bulamıyorlar, sonunda intihar ediyorlar.
Huzur ancak Allah-u Zülcelal’in aşkında ve muhabbetindedir. Hem dünya hem ahiret huzuru… Allah âşıkları için dünya da cennettir ahiret de cennettir.
Allah’ı Görür Gibi Kulluk
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Muhakkak ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası “kalb”dir.” (Buhari, İman, 39; Müslim Müsakat, 109)
İşte bu yüzden kalbi ıslah etmemiz lazımdır, zikirle kalbi temizlememiz lazımdır.
İhsan, yani murakabe çok mühimdir. Çünkü gizli bir ameldir, seninle Allah’ın arasındaki bir haldir, kimse bilmez. Şeytan dahi bilmez, kalbindeki o hali. Bu yüzden elimizden geldiği kadar Allah ile aramızdaki hali düzeltelim. O hali düzelttiğimiz zaman her şey kolay oluyor.
Hz. Abdullah ibn-i Ömer radıyallahu anhüma Medine’nin dışında dolaşırken, sürüsüyle beraber bir koyun çobanı gördü. Çobanı imtihan etmek için:
–Çoban, bize bir koyun sat, dedi.
Çoban:
– Bu koyunlar benim değildir. Onların sahipleri vardır.
– Sahibine “kurt yedi,” dersin.
Çoban durdu, onların yüzüne baktı ve:
– Peki Allah ne olacak, Allah nerede? Yani o görmüyor mu?
Abdullah ibn-i Ömer çobanın Allah ile bu murakabesini görünce onu sahibinden satın alıp âzâd etti, koyun sürüsünü de kendisine bağışladı. Bazen Medine’de ona rastlayınca ona o günü hatırlatırdı, derdi ki “Ey Filan, Allah nerede?” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 3, 341)
Kişi böyle Allah ile murakabeli olursa günah işlemez. Çünkü o zaman kendi fakirliğini bilir, kendi muhtaçlığını bilir, Allah’ın azametini düşünür ve: “Ben bu kadar muhtacım, bu kadar zavallıyım, Rabbim bu kadar azamet sahibidir. Ben nasıl günah işlerim?” der ve sevap işler, günah işleyemez.
Birisi Hasan Basri rahmetullahi aleyhiye
- Ben bu gece namaza kalkamadım,” deyince Hasan-ı Basri dedi ki:
- Bir günah seni bırakmamıştır, ondan kalkamamışsındır.
Bir insana düşman olsan, aranızda küslük olsa gidip ondan bir şey isteyebilir misin? Önce barışman lazım sonra ondan isteyeceğini istersin. Sen günah işlemişsin, Allah ile aranı bozmuşsun, önce tevbe etmen lazım ki, sonra elini açıp niyaz edebilesin.
Allah bize hayırları nasip etsin günahlardan da muhafaza etsin inşaallah.
Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK

 

TARİH : 27.12.2013 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI

Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN


Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun

MANEVİ HALİN DEĞİŞKENLİĞİ !!!
وعن حَنظلةَ بنِ الربيعِ اَسَدِى كاتب رسُولِ اللّه صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قالَ لَقَينِى أبو بكرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فقال: كَيفَ أنتَ؟ فقلت: نافق حنظلةُ. فقال: سبحانَ اللّهِ ماتَقُولُ؟ فقلت: نَكونُ عندَ النبىّ يُذَكّرُنا بالنارِ والجنة كأنّا رأىَ عينٍ، فإذا خرجنا من عندِهِ عافسْنَا ازواجَ وَاولادَ والضيعاتِ ونسينا كثيراً. قَالَ وَاللّهِ إنّى أجدُ مثلَ هذا، فانطلقا إلى رسولِ للّهِ وذكرا لهُ ذلكَ. فقال: والذى نفسى بيدهِ لوْ تَدوموُنَ على ما تَكُونُونَ عِنْدِى وفي الذكرْ لصافحتكُم الملائكةُ على فُرُشِكُمْ وفي طُرقِكمْ، ولكنْ يا حنظلةُ ساعةً وساعةً وساعةً ثَلاثَ مراتٍ.
Hanzala İbnu’r-Rebî el-Esedî radıyallahu anhu şöyle anlatıyor: “Birgün, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anhu ile karşılaştık. Bana:
– Nasılsın? Diye sordu.
– Hanzala münafık oldu! Dedim.
– Sübhanallah! Sen neler söylüyorsun? Diye şaşırdı. Ben açıkladım:
– Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin huzu-runda olduğumuz sırada, bize cennet ve cehennemden söz edilir, sanki gözlerimizle görmüş gibi oluruz. Oradan ayrılıp çoluk çocuğumuza, bağ bahçemize karışınca, çoklukla unutup gidiyoruz. Hz. Ebu Bekir radı-yallahu anhu da:
– Allah’a yemin olsun, ben de aynı şeyi hissediyorum, dedi. Beraberce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-leme gittik ve bu durumu açtık. Bize:
– Nefsimi kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun; siz, benim yanımdaki hâli, dışarda da devam ettirip (cennet ve cehennemi) hatırlama işini koruyabilseniz, melekler sizinle yataklarınızda, yollarda musafaha ederdi. Fakat ey Hanzala, bazan öyle bazan böyle… (olması normaldir, münafıklık değildir), buyurdu ve son cümleyi üç kere tekrarladı.” [1]
Açıklama:
Bu hadisi şerifte, Hanzala radıyallahu anhu, birçok müslümanın zaman zaman düştüğü vesvese halini dile getirmiştir.
İnsanoğlu Kur’ân okur, namaz kılar, âlim bir zâtın sohbetini dinler, bu anlarda mânevî haz duyar, tefekkür eder, düşüncelerinde uhrevî meseleler ön plana geçer.
Zaman olur aynı insan, beşerî münasebetler, geçim mücadelesi gibi dünyevî meselelere dalar, önceki durumundan uzaklaşır. Bu hâlde iken, kaybettiği önceki hâli düşününce ‘Benim kalbim bozuldu, fesada uğradı, ben münafık oldum!’ gibi karamsar düşüncelere düşer. Ancak, Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, bu durumun insan için normal sayılması gerektiğini, bunun münafıklık olmadığını ifade etmiştir. (İnsanın aynı manevi hali sürekli muhafaza etmesi mümkün değildir.)
Allahu Zülcelâl hepimizi, hakiki mü’min kullarından eylesin. (Âmin)

7- Müslim, Kitabu’l Tevbe, c. 9, s. 77-76, h. 12; Tirmizi, Kitabu Sıfati’l Kıyamet, c. 4, s. 380-381, h. 2514.

Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK

 

TARİH : 20.12.2013 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI

Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN


Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
MÜSLÜMAN DÜNYADA YOLCU GİBİ OLMALI
وعن ابن عمر رضى اللّه عنهُمَا قال: أخذ رسُولُ اللّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بمنكبِى وقالَ كُنْ في الدُّنْيَا كأنَّكَ غريبٌ أو عابرُ سبيلٍ.وكان ابن عمر رضى اللّه عنهُما يقولُ: إذَا أمْسَيْتَ فَ َتَنْتَظِرِ الصَّبَاحَ، وإذَا أصْبَحْتَ فََ تَنْتَظِرِ المسَاءَ، وخُذْ منْ صحّتِكَ لمرضِكَ، ومنْ حياتِكَ لموْتِكَ. أخرجه البخارى والترمذى.وزاد بعد قوله أو عابر سبيل: وعُدَّ نفسكَ من أهل القبورِ .
İbn Ömer radıyallahu anhu şöyle anlatıyor:
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem omuzumdan tuttu ve: “Sen, dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol” buyurdu.
İbn Ömer radıyallahu anhu şöyle diyordu: “Akşama erdin mi sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada, hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.”
Tirmizi’nin rivayetinde; “yolcu gibi ol.” sözünden sonra şu ilave vardır: “Kendini kabir ehlinden say.” [1]

Açıklama:
İmam Nevevi, bu hadisi şerif hakkında şöyle demiştir: “Hadisin mânası şudur; dünyaya dayanma, ona sabit kalacağın bir vatan gözüyle bakıp bağlanma, dünyada bâkî kalacağın içinden geçmesin, sakın dünyaya bağlanıp kalma.”
Kul; dünyada, efendisi tarafından bir ihtiyacı görmek üzere yabancı bir yere gönderilmiş kimse gibidir. Ona düşen, verilen hizmeti bir an önce görüp dönmektir. Kendisine verilen hizmet dışında bir şeye bağlanıp kalmaz. Öyle ise mü’min, asli vatanı olan âhireti düşünmelidir. İbadet ve kulluk hizmetiyle geldiği dünyada, bu hizmetin dışına çıkarak, gecici fani dünyaya bağlanıp kalmamalı, gönlünden, fikrinden, döneceği asıl yurdunu çıkarmamalıdır.
“Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap” sözü; ölümden sonra sana faydası olacak amelde bulun, sıhhatli iken hayırlı işler yapmada acele et. “Böyle işleri başka zaman yaparım” diye tehir etme, erteleme, fırsatı bulduğun zaman hemen değerlendir. Zira aniden hastalık gelir ve sâlih amel yapmaya gücün kalmaz.
İnsana yolculukta azık lazımdır. Ahiret yolculuğunun azığı da Allahu Zülcelal’in emir ve nehiylerine riayet etmektir, uymaktır.
Ölüm insana her an gelebilir. Onun için ölüme hazırlıklı olmak lazımdır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel-lem başka bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:
“Beş şey gelmeden önce, (şu) beş şeyin kıymetini biliniz; ölmeden önce hayatın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyada ahireti kazanmanın kıymetini, ihtiyarlamadan önce gençliğin kıymetini, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini.” (Hâkim)
Bir gün ölümle karşılaşacağına inanmış olan bir kimse, bir yandan salih ameller işlerken, diğer yandan da günahlardan kaçınarak ölüme hazırlanmalıdır. Ahirete gidip orada pişman olarak, ölümü temenni etmektense bu dünyada pişman olup ölüme hazırlanmak daha iyidir.
Allahu Zülcelâl hepimizi, bu dünyaya değer vermeyen ve ölüme daima hazırlıklı olan kullarından eylesin. (Âmin)

8- Buhari, Kitabu’l Rikak, s. 1580, h. 6416/1; Tirmizi, Kitabu’l Zühd, c. 4, s. 297, h. 2333.


Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK

TARİH : 13.12.2013 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI

Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN


Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
NECİS OLAN ŞEYLER AFFEDİLEN CESETLER !!!
NECİS OLAN ŞEYLER
Bilindiği gibi, necaset temiz olmayan şeylere verilen isimdir. Şer’an, kan ve sidik gibi namazın sıhhatına engel olan pisliklerdir. Bizzat kendileri necis olan şeyler çoktur. Biz bunların en önemlilerinden bahsedeceğiz. Hanefi ve Şafii mezhebine göre necis olan şeylerden bazıları şunlardır;
1-) Şarap ve şarhoşluk veren her sıvı madde necistir.
2-) Köpek ve domuz necistir. Hanefi mezhebine göre, köpeğin yaladığı bir kabı üç defa yıkamakla temizlenmiş sayılır. Şafii mezhebine göre, temiz toprakla bulandırılmış suyla bir sefer, temiz su ile de altı sefer yıkamakla temiz olur.
3-) Akan kan necistir.
4-) Yaradan çıkan su ve irin necistir.
5-) Mezi ve vedi necistir. Mezi; şehvetlenme anında fışkırmaksızın çıkan ince beyaz sudur. Vedi; idrardan sonra veya ağır bir şey kaldırıldığında çıkan katı süt gibi beyaz bir sıvıdır.
6-) İnsan sidiği, kusmuğu ve dışkısı necistir. Uyuyan kimsenin ağzından çıkan su, mideden geliyorsa necistir. Bunun alameti de sarı renkli olmasıdır. Fakat su mideden değil de ağızdan geliyorsa veya şüpheli ise necis değildir.
7-) Hayvan dışkısı. Yalnız Hanefiler, Kuşların pisliği ile yarasa ve farenin pisliğini bundan istisna etmişlerdir. Hayvanların geviş getirirken ağzından çıkanlarda necistir.
8 ) Eti yenmeyen hayvanların etleri ve sütleri necistir.
9-) Canlıdan diri iken kopan et ve but gibi bölümler necistir.
10-) Meni Hanefi mezhebine göre necistir. Meni yaş ise yıkanması gerekir. Kurumuş ise, ovalamakla temizlenmiş olur. Şafii mezhebine göre, köpek ve domuz müstesna bütün canlıların menisi temizdir. Yıkanması veya ovalanması müstehaptır. (Fethu’l-Kadir; 1/135, Muğni’l-Muhtac; 1/77, Meraki’l-Felah; 25)
NECASET VE GİDERİLMESİNİN HÜKMÜ
Hanefi mezhebine göre, necasetler; necaset-i galiza ve necaset-i hafife olmak üzere iki kısma ayrılır;
1-) NECASET-İ GALİZA:
Necaset-i Galîza; pis olduğu konusunda, şer’i bir delil bulunduğu halde, temiz olduğu konusunda herhangi bir delil bulunmayan şeydir. Akan kan, dışkı ve yırtıcı hayvanların dışkısı ve salyası gibi.
Temizlenebilir cinsten olmak şartı ile bu tür necasetin katı olması halinde, ağırlığı bir miskal (2.17 gram) dan fazla, sıvı olması halinde ise; bir el ayası genişliğinden fazla olursa, bu durumda namaz kılmak caiz değildir. Belirtilen miktarlardaki necaset ise, namaza engel olmaz.
Zira, bu miktarlar dinen az bir necaset kabul edildiği için, namaz kılan kimsenin elbisesinde veya namaz için durduğu yerde bulunursa, kılınan namaz sahih olur. Fakat elbise de veya namaz için durulan yerde, bu miktarlardan fazla necaset bulunması halinde, kılınan namaz caiz olmaz. Bağışlanmış olmasına rağmen az necasetle kılınan namaz, meşhur görüşe göre tahrimen mekruhtur.
2-) NECASET-İ HAFİFE:
Hanefi mezhebine göre, necaset-i hafife; pis olduğu konusunda şer’i bir delil olduğu halde, başka bir delil ile de, pis olmadığı belirtilen şeydir. Eti yenenlerin sidiği ve eti yenmeyen kuşların pisliği gibi.
Söz konusu hafif necasetin, vücut veya elbisenin dörtte birinden daha az bir yere bulaşmış olması halinde namaza bir zarar gelmez. bu miktarlardan daha fazla bir hafif necasetin, vücuda veya elbiseye bulaşmış olması halinde, bu durumda kılınan namaz caiz olmaz.
Ebu Yusuf’a göre, bu tür necaset, enine boyuna bir karış miktarı (yaklaşık 400 cm kare), bir elbise de veya vücutta bulunursa, bununla kılınan namaz sahihtir. Necaset alanı daha fazla olursa, sahih değildir. (Fethu’l-Kadir; 1/145, Durrü’l-Muhtar; 1/303)
Şafii mezhebine göre, necasetin azı da çok hükmündedir. Bedene veya elbiseye az bir necaset isabet etse bile orayı yıkamak icab eder. Şafii mezhebine göre necasetler üç kısma ayrılır;
1-) Necaset-i Mugalleze (Büyük necaset); Bu köpek ve domuzun necasetidir. Bunların büyük necaset olduklarının delili onların, diğer necasetler gibi bir defa yıkanmakla temizlenmemeleridir. Bu necaset ile müteneccis olan şey, temiz toprakla bulandırılmış suyla bir sefer, temiz su ile de altı sefer yıkamakla temiz olur.
2-) Necaset-i Muhaffefe (Hafif necaset); İki yaşını doldurmamış sadece süt ile beslenen çocuğun sidiğidir. Kız çocuğunun sidiği yıkamakla, erkek çocuğun sidiğinin üzerine, suyun sidik üzerine galebe gelecek şekilde serpilmesiyle temizlenmiş olur. Fakat iki yaşını aşmış veya sütten başka bir şey yiyen erkek çocuğu ile kız çocuğunun idrarı hafif necaset cinsinden değildir.
3-) Necaset-i Mutavassıta (Orta necaset): Bu, büyük ve hafif necaset dışında kalan necasettir. Bu da iki kısımdır;
a-) Necaset-i Ayniyye; Elle tutulabilen veya rengi veya kokusu veya tadı bulunan necasettir. Temizlenmesi için maddesini izale etmek gerektiği gibi, rengi, kokusu ve tadını da izale etmek gerekir. Bunları izale etmek için yıkamakla beraber sıkmak gerekir. Sıktıktan sonra kokusu veya rengi kalırsa da temizlenmiş sayılır. Burada dikkate edilmesi gereken bir hususta; müteneccis olan elbise veya kap yıkanmak istenildiğinde önce necaseti izale etmek, sonra üzerine su döküp temizlemek gerekir.
b-) Necaset-i hükmiye; Bu necaset; maddesi, kokusu, tadı ve rengi olmayan necasettir. Bu da bir sefer yıkanmakla temizlenir. (Muğni’l-Muhtac; 1/84, el-Mühezzeb; 1/4)
AFFEDİLEN NECASETLER
İslam dini temizlik dinidir. Bu nedenle de nerede olursa olsun necasetin giderilmesini ister. Elbise de, mekanda ve bedende olan necasetleri, namazın sahih olması için temizlemeyi şart koşmuştur. Aynı zamanda İslam dini kolaylığı da gözettiği için bu sıkıntıyı kaldırır. Bundan ötürü yok edilmesi ve sakınılması zor olan bazı necasetleri, zorluk olmasın diye affetmiştir.
Hanefi ve Şafii mezhebine göre, affedilen bazı necasetler şunlardır;
1-) Normal bir gözle görünmeyecek kadar az olan necaset. Mesela bir sinek, yaş bir pisliğin üzerine konup, ayağına gözle görünmeyecek kadar az bir pislik bulaşır, sonra bir insanın vücuduna veya elbisesine veyahud başka bir şeyin üzerine konarsa, üzerine konduğu şeyi yıkamak lazım gelmez.
2-) Müteneccis olan yolun çamuru. Bunun affı beş şarta bağlıdır.
a-) Necaset maddesinin görülmemesi.
b-) Oradan geçen kimsenin dikkat edip necasetten sakınması.
c-) Yürürken veya binek üzerinde iken kendisine isabet etmesi. Şayet düşer veya başkasından sıçrayarak kendisine isabet ederse af yoktur.
d-) Necasetin elbiseye veya vücuda isabet etmesi. Başka bir şeye isabet ederse af yoktur.
e-) Mevsimin kış olması. Şayet mevsim yaz veya sonbahar ise ve sokak çamuru necis olursa affa tabi değildir.
3-) Ölse de sebze ve meyve kurdu
4-) Çokta olsa sinek pisliği
5-) Müteneccis olmuş olan çocuğun ağzı. Çünkü onu necasetlerden korumak çok zordur.
6-) Uykuda olan kimsenin midesinden çıkması muhakkak olan salya. Mideden çıktığına alamet sarı olması veya fena koku vermesidir. Bu salya her ne kadar necis ise de onunla müptela olan kimse için af vardır.
7-) Zaruretten dolayı, necasetin buharı, tozu ve külü bağışlanmıştır.
8 ) Tezekle yakılan tandırda pişirilen ekmek necis değildir.
9-) İşkembedeki temizlenmesi zor olan kalıntılar affedilmiştir.
10-) Korunma zorluğundan dolayı, güvercin gibi havada pisleyen eti yenir kuşların tersleri bağışlanmıştır. (Fethu’l-Kadir; 1/140, Durrü’l-Muhtar; 1/303, el-Mecmû; 1/266-292, Muğni’l-Muhtac; 1/81-191)
NECASETİ TEMİZLEME YOLLARI:
Hanefi mezhebine göre, necaseti temizleme yollarının bazıları şunlardır;
1-) Su veya temizleyici özelliği bulunan sıvılarla temizleme: Abdestsizlik, cünüplük, hayız ve nifas halleri her türlü mutlak temiz sularla giderilir. Bu sular bulunmadığı takdirde abdestsizlik gibi hades hali teyemmümle giderilebilir.
Hakiki necaset (hubus) denilen pislikler ise temiz olan mutlak ve mukayyed sularla temizlenir. Necis bulunan bir şeyi hem su ile, hem de temiz olup temizleyici özelliği bululan sirke, gül suyu, benzin vb. maddelerle temizlemek caizdir.
Ancak suyun dışındaki bu maddelerin, sıkıldığı zaman dokunduğu yerden su gibi çıkarak akması şarttır. Sıkıldığı halde bulaştığı yerden pek çıkmayan yağ, pekmez, bal, süt, ayran, üzüm suyu gibi madde-lerle temizlik yapmak caiz değildir.
Çünkü yağlı ve yapışkan sıvılarla, akıcılık ve incelik özelliğini kaybetmiş sularla pislikler temizlenemez.
Necaset, kan gibi görünen bir pislik ise, temizlenmesi bir defa yıkamakla pislik giderilmişse, yeterli olur. Ancak koku ve renk gibi giderilmesi zor bir eser kalırsa bunun bir zararı yoktur. Necaset bulaşan eşyada necasetin renk ve kokusu kaybolmayacak halde ise, o eşya kendisinden bembeyaz su akıncaya kadar yıkanır.
Eşyaya bulaşan necaset, gözle görülemeyen türden ise, üç defa yıkamak yeterlidir. Ancak her defasında sıkmak, son sıkmada hiç su damlamayacak şekilde sıkmak gerekir.
Böylelikle hem yıkanan eşya, hem yıkayan kişinin eli, hem de yıkanan kap temizlenmiş olur. Sıkılması mümkün olmayan bir eşya, üç defa ayrı ayrı yıkamak ve her seferinde üzerindeki suyun iyice akıp giderilmesi ile temizlenmiş sayılır.
Necaset bulaşan halı veya kilim gibi eşyalar, bir akarsuya sokulursa, üzerinden bir tam gece suyun akıp gitmesi ile temizlenmiş olur.
Tuğla veya topraktan yapılmış kaplar, pis olunca üç kez yıkamakla temiz olur. Ancak yıkamada kurutulup pisliğin rengi ve kokusu gide- rilmelidir.
Temiz olmayan bir su içinde kalarak şişen buğday ve arpa gibi şeyler üç defa suda ıslatılır ve her defasında kurutulup suyu çekildikten sonra temizlenmiş olur.
2-) Silme yolu ile temizleme: Bıçak, cam, ayna, cilalı tahta, düz mermer ve tepsi gibi şeyler, kuru veya yaş necasetlerle pislenirse, yaş bir bez veya sünger ile veya toprak ve yaprakla silinerek pisliğin izi kalmadığına kanaat getirilirse, temizlenmiş olurlar.
3-) Ovma yolu ile temizleme: Bu yolla elbiseye değip kuruyan insan menisi temizlenir. Yıkadıktan sonra lekesinin kalmasında bir sakınca olmadığı gibi, ovmadan sonraki kalan izde de bir sakınca yoktur. Meni yaş ise, insandan başka bir mahlukun menisi ise bu ovma ile temizlenmez. Bunların yıkanması gerekir.
4-) Ateşe sokmak yolu ile temizleme: Ateş bazı yerlerde temizleyicidir. Boğazlanmış olan bir hayvanın kellesi üzerinde veya herhangi bir maden parçası üzerinde bulunan kanlar, ateşe sokulup kaybedildiği zaman, o şeyler temizlenmiş olur.
İçlerine yaş pislik değmiş olan fırınlar ve tandırlar, içlerinde yanan ateşle temizlenmiş olup, ekmek pişirilebilir.
5-) Yerin temizlenmesi: Pislenen yer yüzü, güneş, ateş veya rüzgarın etkisi ile kuruyarak üzerindeki necaset kaybolursa, temizlenmiş olur. Böyle bir yerde namaz kılmak caizdir. Fakat onunla teyemmüm yapılamaz. Zira teyemmümde toprağın tertemiz olması şarttır. Bu şekilde temizlenmekle, temizleyici hükmüne girmez. O yerde bulunan ağaç, ot, döşenmiş taş, tuğla ve kiremit gibi şeylerde üzerlerine bulaşan necasetin kurumasıyla temizlenmiş olur.
Necis olan bir toprak parçası, necasetin izi kalmayıncaya kadar üzerine su akıtılarak veya pisliğin kokusu kalmayacak derecede üzerine temiz toprak sermekle temizlenmiş olur.
6-) Suyun akması veya kaybolması yolu ile temizleme: İçine pislik düşmüş olan küçük bir su, bir havuz veya hamam kurnası, üzerindeki musluktan temiz bir suyun akması ile, o havuz veya hamam kurnasının yüzünden pisliğin eseri kalmayınca akıp gitmesiyle temiz olur.
Çünkü bu, akarsu hükmüne girer. Havuz veya hamam kurnasında bulunan suyun, alttan akıp gitmesiyle temizlenmiş sayılmaz. Çünkü, suyun yüzüne itibar edilir.
Pis olan bir kuyunun suyu çekilerek kaybolunca, o kuyu temizlenmiş olur. Yerine gelen su pis değildir. Çünkü giden pislik geri dönmez.
7-) Hal değiştirme yoluyla temizleme: Necis olan bir madde, temiz bir madde haline dönüşürse temiz olur. Bir merkep veya domuz tuzlaya düşüp (diri veya ölü farketmez) tuz haline gelse; tezek yanıp kül olsa; şarap sirkeye dönse veya pis zeytin yağı sabun haline getirilse, Geyik kanı miske dönüşse, temiz olur.
Bir şıra veya şarap, içine bir pislik düşüp dağıldıktan sonra, sir- keye dönüştürülürse temizlenmiş olmaz. Bunların içine fare düştüğü zamanda hüküm aynıdır.
Yine pis olan bir süt peynir yapılmakla yada pis olan buğday öğütülmekle veya unundan ekmek yapmakla ve pis bir susamdan yağ çıkarılmakla bunlar temiz olmaz. Çünkü bunlarda herhangi bir istihale yoktur.
8 ) Boğazlama ve Dabaklama yolu ile temizleme: İnsan ve domuz derileri ile küçük yılan ve fare gibi derisi dabaklanamayacakların dışında necis veya ölü hayvanların derileri dabaklanma ile temiz olur. Yine dabaklama, kokma ve bozulmayı önlüyorsa, topraklama ve güneşte tutma gibi hükmî bir dabaklama bile olsa, gaye hasıl olduğu için temizleyicidir. Dabaklama ile temizlenen boğazlama ile de temizlenir. (Fethu’l-Kadir; 1/133, Durrü’l-Muhtar; 1/284, Meraki’l-Felah; 27)
Şafii mezhebine göre, temizleyiciler şunlardır;
1-) Mutlak su: Pisliğin ve hadesin giderilmesi ve abdestin yenilenmesi gibi hususlar su ile gerçekleşir.
2-) Bir farz için kullanılmamış ve bir şeye karışmamış temiz toprak.
3-) Dabağat: Ölmüş bir hayvanın derisi dabağatla temiz olur. Ölmüş hayvanın eti yenilsin, yenilmesi arasında fark yoktur. yalnız köpek ve domuz derisi bunlardan müstesnadır.
4-) Sirkeleşme: Şarabın içine bir şey konmadan sirkeye dönüşmesidir. Şarap kendiliğinden, yani içine her hangi bir şey atmadan kaynatmakla da olsa sirkeye dönüşürse, küpü ile birlikte temiz olur.

Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK

 

TARİH : 06.12.2013 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI


Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN


Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun
TAHARET
Taharet, maddi ve manevi kirlerden temizlenmek demektir. Taharet, bir kısım ibadetlerin şartı, başlangıcı ve anahtarıdır. İbadetlerin yapılabilmesi için temiz olmak şarttır. Temizlenmeden Allah-u Zülcelal’in manevi huzuruna girilemez.
Bunun için İslam dini temizliğe çok büyük bir önem vermiştir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
“Orada tertemiz olmayı seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever.” (Tevbe; 108)
Bu ayet-i kerime, Kuba halkı hakkında nazil olmuştur. O zaman Hz. Peygamber (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem) Kuba halkına; “Allah, temizlik hususunda sizi övmektedir. Siz ne yaparsınız ki, böyle bir övgüye mazhar oldunuz?” diye sormuş, onlarda; “Biz (Tuvalette taharet alırken) su ile temizleniriz.” demişlerdir. (Tirmizi, Ebu Davud, İbn-i Mâce)
Buna bakarak biz de taharetimizi güzel almamız, vücudumuzu kirlerden temizlememiz ve abdestimizi en güzel şekilde almamız lazımdır. Eğer bunları layıkı ile yerine getirebilirsek, ayet-i kerime de medhedilen insanların içine gireceğimiz gibi, Allah-u Zülcelal’in medhine mazhar olabiliriz.
TUVALET ADABI:
Dediğimiz gibi, İslam dini temizliğe çok büyük bir önem vermiştir. Onun için Hz. Peygamber (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
“Temizlenmek, imanın yarısıdır.” (Müslim)
Müşriklerden birisi, Selman-ı Farisi (r.a)’ye gelerek; “Peygamberiniz size her şeyi, hatta tuvalette oturup nasıl temizleneceğinizide mi öğretiyor?” deyince, Selman-ı Farisi (r.a) şöyle cevap vermiştir;
“Evet, büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye karşı dönmekten, sağ el ile taharetlenmekten, üçten az taşla, tezek veya kemikle istinca yapmaktan bizi nehyetti.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Hanefi ve Şafii mezhebine göre, tuvalet adabı şunlardır;
1-) Tuvalete girerken sol ayak ile girilmelidir.
2-) Kıbleye yönelik oturmamalıdır. Hanefi mezhebine göre, sahrada ve binaların içinde yüzü ve sırtı kıbleye dönmek Tahrimen mekruhtur. Şafii mezhebine göre, tuvaletin her tarafı kapalı olmak şartıyla yüzü ve sırtı kıbleye çevirmek caizdir.
3-) Rüzgara karşı hacet yapılmamalıdır.
4-) Her hangi bir özür yoksa ayakta bevl etmemelidir.
5-) Karınca ve benzeri böceklerin yuvalarına hacet yapılmamalıdır.
6-) Kırda bulunan kimse, hacetini yapmak için insanların göremeyeceği tenha bir yer seçmeli ve kendisini gizlemelidir.
7-) Yol üzerine, mescidlerin etrafına, durgun ve akarsulara, meyveli ağaç altlarına hacet yapılmamalıdır.
8 ) Elbisesini tam çömelirken açmalıdır.
9-) Otururken ağırlığını sol ayak üzerine vermelidir. (Bu şekilde boşaltım daha kolay olur.)
10-) Tuvalete başı açık olarak girmemelidir.
11-) Ön ve arkayı sol el ile temizlemelidir.
12-) Tezek gibi pis olan eşyalarla temizlik yapmamalıdır.
13-)Tuvalette iken konuşmamalı, din ve dünya işi düşünülmemelidir.
14-) Avret yerine ve çıkan pisliğe bakmamalıdır ve idrarın içine tükürmemelidir.
15-) Aksırması durumunda kalben Allahu Zülcelal’e hamd etmelidir.
16-) Oturmasını gereksiz yere uzatmamalıdır. Çünkü bu basur hastalığına sebeb olur.
İSTİNCA VE İSTİBRA
Erkeklerin adetlerine göre, yürüyerek, öksürerek, yaslanarak veya başka şekillerde, idrar sızıntıları kesilip, temizlendiğine dair kalben kanaat getirinceye kadar idrar sızıntılarını gidermeye çalışmaları gerekir ki, buna istibra denir.
Hanefi ve Şafii mezhebine göre, bu gibi durumlarda idrar sızıntılarının kesildiğine kalben kanaat getirilmedikçe abdeste başlamak caiz değildir.
Kadın, erkek gibi hareket ederek, yürüyerek, öksürerek ve ayaklarını yere vurarak istibra yapmaz. Kadının bu tür istibraya ihtiyacı yoktur. Kadının istibrası hacetini gördükten sonra sol elin parmak uçlarını avret yerinin üzerine koyması ile ile olur. Bundan sonra avret mahallini yıkayarak abdest alabilir.
Yellenmenin dışında, önden ve arkadan çıkan pisliği, kan, meni gibi şeyleri ve bunların eserlerini su veya taşla temizlemeye ise istinca denir.
İstinca şu şekilde yapılır;
Pisliğe değdirmeden önce sol eline su döker, sonra ön tarafı yıkadıktan sonra özellikle çıkış mahallini, mezi halinde de zekerin tamamını yıkar. Sonra da arka tarafı yıkar. Suyu ard arda döker, sol eliyle ovar biraz ara verir, iyice temizlenene kadar güzelce ovar, sağ eliyle istinca yapmaz, zekerini tutmaz. Oruçlu bir kimse, ıslak parmağını dübüdürne sokmaktan sakınır, çünkü bu hareket orucu bozar. (el-Kavaninu’l-Fıkhiyye; 36)
Taşla temizlenmeye isticmar denir. Hanefi mezhebine göre, taşla temizlik yapanlar için üç taşla yapmak müstehaptır. Temizlik hasıl olursa ondan azı da yeterlidir. Şafii mezhebine göre, vacip olan şekil üç adedin tamamlanmasıdır. Bu üç taş ya da taşın uçları ile de olsa üç defa silmekle olur. Üç taşla temizlenmezse dört ve daha fazlası ile temizlemek vacip olur.
Hanefi ve Şafii mezhebine göre, üzerinde hadis, fıkıh, akaid gibi ilimlerin yazılı olduğu kağıt ile bunlara alet olan yazı yazmaya elverişli beyaz kağıtla istinca caiz değildir. Fakat yazı yazmaya elverişli olmayan ve pisliği giderecek şekilde kaygan olmayan kağıtlarla istinca yapılabilir.
Buna göre, tuvalet kağıdı böyle ilimleri yazmaya elverişli olmadığı ve pisliği temizleyecek cinste olduğu için kullanılmasında bir beis yoktur. (İbn-i Abidin; 1/368)
İstincanın temiz, giderici ve hürmet duyulmayacak bir şeyle olabileceğine dair ittifak vardır. Tezek, kemik, kömür, cam, parlak kamış, tuğla, kiremit, gevşek çamur, pamuk, altın, gümüş ve cevher gibi şeylerle istinca yapmak Şafii mezhebine göre caiz değildir. Hanefi mezhebine göre, bunlarla istinca yapmak tahrimen mekruhtur. (Durrü’l-Muhtar; 1/311,Muğni’l-Muhtac; 1/43)
Abdullah bin Abbas (r.a) şöyle rivayet etmiştir.
Hz. Peygamber (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem) iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu;
“Bunlar azap içindedirler. Fakat (onların) azapları büyük günahlardan dolayı değildir. Birisi, bevlettikten sonra tam olarak kendini istibra yapıp temizlememesinden, diğeri ise nemimeden dolayıdır.” (Buhari, Müslim)
İnsan istibra ve istinca yaparken kalbi huzurlu olmalı, gaflet içerisinde bulunmamalıdır. Kendi kendine, “Allah-u Zülcelal’in huzuruna çıkıyorum. Onunla münacaatta bulunacağım. Onun için çok iyi temizlenmeliyim” diye mülahaza etmelidir. Çünkü huzurlu bir şekilde yapılan taharet, abdestin huzurlu olarak alınmasına sebeb olur. Huzur içinde alınan bir abdest de, namazın huzurlu olarak kılınmasına vesile olur.
Hz. Peygamber (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem)’e bir kadın gelerek; “Ya Resulullah! Taharetimi ne zamana kadar yapayım?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem)’de cevaben şöyle buyurdu:
“Yemek tabaklarınızı yıkamaya başladığınız zaman, nasıl yağlı olmasından dolayı eliniz kayar, ancak tam olarak temizlediğinizde elinizi sürünce bir gıcırtı çıkarır ve eliniz kaymaz ise taharetinizi de böyle alın.” (Nesai)
Hülasa olarak, taharet ibadetlerimiz için çok önemli bir konu olduğundan dolayı, taharetimizi tam olarak yapmaya elimizden geldiği kadarıyla özen göstermeliyiz.
Çünkü tam olarak temizlenmediğimiz zaman, kalan pislikler ıslanmadan dolayı elbisemize de bulaşacağı için, bu pis elbise ile kılacağımız namaz da sahih olmaz.
Güneş enerjisiyle ısıtılan suyla abdest almanın ve gusletmenin hükmü:
Fıkıh kitaplarında şöyle denilmektedir;
Demir, tunç ve bakır gibi madeni kaplarda ve sıcak memleketlerde güneş enerjisiyle ısıtılan suyla abdest almak ve gusletmek mekruhtur.
Nitekim Hz. Aişe (r.a) bir gün Hz. Peygamber (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem) için güneşte su ısıttı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallah-u Aleyhi Ve Sellem); “Ey Hümeyra! Öyle yapma. Çünkü o, alaca hastalığına sebebiyet verir.” buyurdu. (Ali el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal; 9/327)
Güneş enerjisi ile ısıtılan suyun içinde bulunduğu kabın kapalı veya açık olması arasında fark yoktur. Yalnız kabın ağzı açık olursa keraheti daha şiddetlidir.
Fakat güneşte ısınan su ile abdest almanın mekruh olması bazı şartlara göredir. Önce suyun demir ve benzeri paslanıp okside olan bir kapta bulunması, sonra da hicaz gibi sıcak bir memlekette bulunması gerekir. O halde paslanmayan bir kapta olur ve mutedil bir iklimde bulunursa, bu kerahet kalkar.
Çünkü belirtilen okside olan kaplarda ve çok sıcak bir bölgede uzun süre güneşin önünde ısınan su, miskinlik adı verilen alaca hastalığına sebeb olur. Buna göre, altın, gümüş, ağaç, cam ve topraktan yapılmış çanak gibi kaplarda veya havuzda veyahut sıcak olmayan bir memlekette güneş enerjisiyle ısıtılırsa onu abdest ve gusülde değil, çamaşır yıkamak gibi şeylerde kullanılmasında bir kerahet yoktur.
Günümüzdeki güneş enerjileri açık bir biçimde değildir. Üzerinde güneş enerjisini içine yansıtan camlar da vardır. Çok kısa sürede okside kalacak kaplarda değildir. Aynı zamanda ülkemizdeki güneş ısısı, hicaz bölgesindeki ısıdan düşüktür.
Sonuç olarak; demir, bakır gibi oksitlenme yolu ile sağlığa zarar verme ihtimali bulunan kaplarda güneş ile ısıtılan ya da uzun süre güneş altında bulunmaktan görünümü değişmiş, üzerinde yağ gibi tabaka oluşmuş birikinti halindeki suların abdest ve gusülde kullanılması mekruhtur.

Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK

 

TARİH : 29.11.2013 CUMA
BU HAFTANIN YENİ SOHBET YAZISI

Bismillahirrahmanirrahim

GÖNÜL PENCEREMDEN


Onun habibi bizlerin yaşama sebebi olan alemlere rahmet olarak gönderilen efendimizin şefaati ve bereketi ona itibar edip onun nurlu yolundan giden rabbimize dost , efendimize ümmet olmaya çalışan siz gönül dostlarımızın üzerine olsun

TEYEMMÜM
Teyemmüm lugatte; bir şeyi kasd etmek, ona yönelmek anlamına gelir.
Hanefi mezhebine göre, suyun bulunmaması durumunda namaz ve benzeri bir ibadeti temiz olarak yapabilmek için, toprak ve benzeri bir madde ile yüzü ve iki kolu meshederek hadesten tahareti gerçekleştirmektir.
Şafii mezhebine göre, abdest gusül veya yıkanması lazım gelen bir uzvun yerine toprağı, el ve yüze sürmektir.
Allahu Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur;
“Ey İman edenler! Namaza kalkmayı dilediğiniz zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle beraber kollarınızı yıkayınız. Başınızı meshedip ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayınız. Şayet cünüp iseniz (gusül yaparak) iyice yıkanıp temizleniniz. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunuyorsanız ya da sizden biri heladan (özel ihtiyacını gidermekten) gelmiş ise veya kadınlara dokunmuşsanız; bu durumlarda da su bulamamışsanız; tertemiz bir toprakla teyemmüm ediniz. Yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshediniz. Allah size sıkıntı vermek istemez. Sizi tertemiz yapmak ve şükredesiniz diye üzerinizdeki ni’metini tamamlamak ister.” (Maide; 5-6)
Teyemmüm; Allah- Zülcelal’in Müslümanlara lutfettiği bir kolaylıktır. Diğer ümmetlere böyle bir kolaylık verilmemiştir.
Bilindiği gibi ibadet yapabilmek için temiz olmak gerekir. Fakat bu temizlik sadece maddi temizlikten ibaret değildir. Ruh temizliği, kalp temizliği de inanan insan için gereklidir.
Teyemmüm; temiz toprağı insanın değerli organı olan yüzüne sürmekle insana, kendisinin de topraktan geldiğini ve er geç tekrar toprağa döneceğini hatırlatarak tevazû duygusunu aşılar, onu manen yüceltir.
TEYEMMÜMÜ MÜBAH KILAN SEBEPLER
1-) Abdest veya gusletmek için su bulamamak; Hanefi mezhebine göre, kesinlikle su bulamamak, yeteri kadar su bulmama hissine kapılmak, suya giden yolda her hangi bir tehlikenin olmasından korkmak veya suyun 1848 ya da dört bin adım mesafeden uzakta olması gibi durumlarda teyemmüm alınır. Güvenlik bulunmak şartıyla, dört yüz adımlık bir mesafe içinde suyun aranması vaciptir.
Şafii mezhebine göre, şayet çevresinde su bulamayacağına emin ise suyu aramaksızın teyemmüm edebilir. Suyun bulunması konusunda zan ve tereddüt içinde bulunursa, bulunduğu yerde suyu araştırır. Bir ok’un varabileceği azami nokta olan 184.8 metre olan sınırları içerisinde gidip gelir. Bu çevre içinde su bulamazsa teyemmüm eder. Yakın bir mesafe içerisinde (Buradaki yakınlığın ölçüsü; Bir yerde konaklayan kimselerin ot ve odun toplamsak gibi bir maksatla gittikleri yerdir.) suyu bulacağından emin olursa suyu araması gerekir. Bu mezhebe göre, bir kimse kendisine yetmeyecek kadar bir su bulsa onu kullanması vaciptir. Bundan sonra da teyemmüm eder.
2-) Suyu kullanma gücünü bulamamak; Suyun varlığından habersiz olan veya her hangi bir sebepten dolayı suyla abdest almaya gücü olmayan ve kendisine abdest aldıracak bir yardımcı ve bir yakını bulunmayan kimsenin ittifakla teyemmüm etmesi caizdir.
3-) Hal-i hazırda ve gelecekte suya ihtiyaç duymak; Hanefi ve Şafii mezhebine göre, yanındaki suyu kullandığı takdirde, kendisinin veya yol arkadaşının veya beraberinde bulunduğu hayvanın susuz kalacağından endişe duyan kimse, teyemmüm alabilir. Ayrıca Şafii mezhebine göre, suyun kendileri için saklanan hayvanlar masul değillerse (Domuz, Kudurmuş köpek vs.) bu su abdest için kullanılabilir.
4-) Suyu arayacak olursa malın telef olmasından korkmak; Hanefi ve Şafii mezhebine göre, düşman veya yırtıcı hayvan korkusuyla bineğinden inip su ile abdest alamıyor veya yaya olduğu halde canına ve malına bir zarar geleceğinden korktuğu zaman teyemmüm alabilir ve durumda suyu aramaya da gerek yoktur. Aynı şekilde yılan ve yangın korkusu, suyun yanında bulunan zorba veya hırsızın korkusuyla da teyemmüm alınabilir.
5-) Suyun aşırı derece de soğuk olması; Hanefi mezhebine göre, soğuk suyla gusül yaptığı takdirde öleceğinden ve hastalanacağından korkan ve suyu da o anda ısıtma imkanı bulamayan kimse teyemmüm alabilir. Böyle bir kimse de hamam parası veya suyu ısıtacak bir bedel bulunmaması şarttır. Çünkü ancak böyle bir kişi hakkında sözü edilen tehlike söz konusudur. Küçük hades sahibinin ise, sahih olan görüşe göre, soğuk dolayısıyla teyemmüm etmesi caiz değildir.
Şafii mezhebi alimlerine göre ise, vakit içinde suyu ısıtma imkanı kalmazsa veya bir organın zarar görmesinden korkarsa teyemmüm etmesi mübahtır.
Hastalık ya da soğuk sebebiyle teyemmüm eden bir kimse, Şafii mezhebine göre namazını kaza eder, Hanefi mezhebine göre ise kaza etmesi gerekmez.
6-) Kuyuda bulunan suya ulaşamamak; Hanefi ve Şafii mezhebine göre, suyu kullanabilecek imkan olmakla birlikte kendisine su verecek kişi yahut da ip ve kova gibi su çekme aletini bulamayan bir kimse vaktin çıkmasından korkacak olursa teyemmüm edebilir. Çünkü böyle bir kişi suyu bulamayan kişi durumundadır.
7-) Namaz vaktinin çıkmasından korkmak; Hanefi ulemaları vaktin çıkmasından korkmak halinde aşağıdaki durumlarda teyemmümü caiz görmüşlerdir;
a-) Cünüp dahi olsa cenaze namazının geçmesinden yahut abdest almaya kalkışacak olursa, cenaze namazını kıldıran imamın namazı bitirmesinden korkmak gibi bir sebeple, bayram namazının geçmesinden korkulması halinde, su bulamamak söz konusu olacağından teyemmüm edebilir.
b-) Su olmadığı için Küsuf namazının ve farz namazların sünnetlerinin geçeğinden korkarsa ve abdest alacak olduğu takdirde, vaktinin geçeceğinden korkacak şekilde geciktirmiş olduğu sabah namazının sünneti için dahi olsa teyemmüm alabilir.
Cuma namazı, diğer farz namazlar ve vitir namazı için vaktin çıkmasından korktuğu takdirde teyemmüm sahih değildir.
Şafii mezhebine göre, namaz vaktinin çıkmasından korkmak sebebiyle teyemmüm caiz değildir.
Hastalık veya iyileşmenin gecikmesi; Hanefi ve Şafii mezhebine göre, bir hastalık veya yaradan dolayı mevcut suyu kullanamamak, su kullanıldığı takdirde, hastalığın artacağından veya yaranın zor iyileşeceğinden korkulur ve bu durum tecrübe ya da Müslüman bir doktor tarafından (Şafii mezhebine göre, doktorun Müslüman olması şart değildir.) teşhis ile sabitse teyemmüm alınır. Suyun varlığından habersiz olan veya her hangi bir sebebten dolayı suyla abdest almaya gücü olmayan ve kendisine abdest aldıracak bir yardımcı ve bir yakını bulunmayan kimse teyemmüm edebilir. ( Durrü’l-Muhtar; 1/214, Meraki’l-Felah; 19, Muğni’l-Muhtac; 1/106-188 el-Mühezzeb; 1/34)
Allah azze ve celle bize, nefsimize sahip çıkmayı nasip etsin inşaallah.

Allah-u Zülcelal hepimize, onun katında makbul tevbeyi ve tevbemize sadık kalmayı nasip etsin. (Âmin)
Yüce rabbim bizleri vaat edilen gün gelmeden tevbe eden rasulullah (a.s.) muhabbetiyle yaradanımızın aşkıyla yananlardan olmak ümidiyle siz gönül dostlarımı selamlar hayır dualarınızı beklerim .
Bakalım küp içindekini sızdırır !!! sırrıyla ona olan içimizdeki aşk- ı muhabbet ne derece tecelli edecektir …
Hani ilk sohbetimizde demiştikya HODRİ MEYDAN !!!

TURGUTLU GÖNÜL DOSTLARI DERNEĞİ
İSMET ÖZKIZILCIK